Lavinya Dergisi
KÜRK MANTOLU MADONNAHatipzade Raif, içine kapanık, utangaç ve sessizdir. Berlin günlüklerinde odasına kapanıp kitap okumaktan bir süreliğine sıyrılarak gittiği sergide gördüğü portreye âşık olacak kadar hayalperesttir. Hikâyeye konu olan “Mıhlanmış gibi” o resme bakarak geçirilen saatlerin çokluğudur.
Aşk! Aslında onu cezbeden kürk mantolu modelde çocukluğundan bu yana beğendiği tüm kadınların bir parçasının birleşmiş olması fikridir. Tarih kitaplarında okuduğu Cleopatra, Halit Ziya’nın romanından Nihal, hatta Vecihi Bey’in Mehcuresi o çerçevede toplanmaktadır. Raif Bey, bunu defalarca böyle tasvir etmiştir. Ressamın adı Maria Puder ve resimde ressamın bizzat kendisidir. Sayfalar boyu gözlemler, bu şekilde devam edecek fakat kader onları bir gün tanıştıracaktır.
Tesadüf! Sergiden tanıdığı bu adam Maria’nın ilgisini çekecektir. Başlayan arkadaşlık Raif’i platonik aşkından alıp, daha derinlere sürükleyecektir. Maria onun tek yaşama sebebidir. Ne yazık ki ressam bu konuda çok nettir. Sadece arkadaş olarak kalabileceklerdir. Onun birini sevebilmesi mümkün değildir. Raif’in bitmeyen ısrar ve inadı onları küçük bir kaçamak yapmasına sebep olsa dahi sonuç değişmeyecektir. Tam Maria ona alışmaya başlamışken, Raif’e bir telgraf gelecek ve babasının vefat ettiğini öğrenip memleketine dönecektir.
Ayrılık! Miras işleri, mektuplaşmalar, yeni iş kurulumu derken yazışma kesilecektir. Sevdiği kadından haber alamamak onu yaşayan bir ölüye çevirecektir. Artık daha içine kapanık, daha utangaç ve daha sessizdir.
Platonik aşk; bir kişinin diğerine duyduğu sevgi ve hayranlığın fiziksel veyahut romantik bir ilişkiye dönmeden önce duygusal ve zihinsel düzeyde kalması değil midir? İnsanoğlunun yüzde kaçı bu şekilde sevmiştir? “En güzel aşk, zor olandır.” deyimini gönülleri çelmektedir? Kavuşunca aşk bitmekte midir? Kaçan kovalanmakta mıdır? Mazoşist bir haz iyi mi gelmektedir? İnciten mi savaşı kazanmaktadır? Olmazın peşinde koşmak heyecan mı vermektedir? Elde etme rahatlığı, kaybetme korkusunun azlığı mı galiptir?
Belirsizlik! Bazı adamlar çok güzel kadınlara kayıtsız kalırken, bize daha az güzel görünenleri tutkuyla sevebilmektedir. Bu kadınlar için de geçerlidir. Sevmek fiili tarif edilir bir şey değildir. Küçük kızların aşk romanlarında okuduğu mutlu sonlar mı cezbedememektedir?
Tevafuk! İki genç karşılaşırlar, âşık olurlar, evlenirler, çocukları olur ve sonsuza kadar mutlu yaşarlar. Güzel olan bu değil midir? Yanında olanı unutup, ulaşamadığına şiir okumak haksızlık örneğidir. Aşkın öznesini ele geçiren “Yabancı” terimi midir? Rutin sıkıcı mıdır? Kalp niye onu görmezden gelene böylesine çarpmayı görev edinir? Belki de bu bir tercihtir. Seçimine sarılmakta meziyet gerektirir. Tutulmak, sevgiye dönüşürse mutluluk getirir. Hayat nice zaman dinginliktir. Aksini isteyen de kendisi bilir. Gök kubbenin altında, kimi daima gizem peşindedir. Başkasının olanın, kalbini kapatanın, hayalin, uzağın, tuzağın cazibesindedir. Duman gibi, bulut gibi, mistik tanrılar gibi dokunamamak ilham vermektedir. Kim bilir?
Raif Bey’e dönersek eğer, o bir portreye âşık olup yıllarını veren hüznün kendisidir. Kürk Mantolu Madonna; aşk, yalnızlaşma ve yabancılaşma üzerine eşsiz bir örnektir. Sebahattin Ali’nin bu eserini askerlik yıllarında ele aldığı tahmin edilmektedir. Maria son mektubunda yakında buluşacaklarını söylemiştir fakat bu buluşma hiç gerçekleşmemiştir. On yıl sonra Ankara’da tüm hayatını bedbaht adam olarak geçiren Raif Bey bir şirkette tercümanlık yaparak günlerini geçirir. Karısı, iki baldızı, baldızlarının eşleri, iki kayınbiraderi ve çocukları ile aynı evde acınacak bir yaşamın içerisindedir.
Hayat! Bir gün Maria’nın dayısının kızı ile rast gelir. Kadının yanında on yaşında küçük bir kız vardır. Kız, Maria’nın kızıdır ve annesi hamileliğinin son günlerine doğru hastalanıp hayata gözlerini yummuştur. Babasına gelince adını bilmedikleri bir Türk öğrencidir. Çocuğu büyükannesi büyütmüştür.
Baba! Raif Efendi’den başka kimse kızın babasını bilmemektedir. Kızın gidişini de arkasına bakarak izlemiştir.
Önyargı! Bu denli seven, vaktinde neden sevdiğinin peşine düşmemiştir? Hikâye hiç klişe değildir. Kimse çöllerde kaybolmamıştır, dağları delmemiştir, şövalyeler gibi kılıç çekmemiştir. At yoktur, elma yoktur, cam ayakkabı yoktur. Raif Bey karısını hiç sevmemiştir. Bir tek Maria vardır. Bu zaafı abartısız, çarpıtmasız, en yalın haliyle onun her gününü dramatize etmiştir. Belki de dünyanın en basit adamının bile kafası karışık kalabilir. Nicesinde silinmez izlere gebedir. Günün sonunda, okuyucu ona pısırık adamda diyebilir, çokça âşıkta.
Sorarım size, peki aşk nasıl bir şeydir?