Lavinya Dergisi
SAHTE GERÇEKLİKTEN UYANIŞ: BİREYSEL VE TOPLUMSAL SORUMLULUKZaman döngüsünde yolculuk yapmak zorlu bir süreçtir. Bu süreçte, bireysel ve toplumsal olarak zor ve kolay dönemlerden geçiyoruz. Ancak özellikle son birkaç yıldır, sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte, insanların önce bireysel, ardından toplumsal olarak gerçeklikten uzaklaştığına şahit oldum. Hepimiz bu durumun farkındayız; yine de toplum olarak konuşmayı unuttuğumuzu düşünüyorum. Gerçekler acıdır ve bu acı, göz ardı edildiğinde dahi varlığını sürdürür. Ne yazık ki, zararlı ve yanlış bir ahlaki tutumu benimsemiş durumdayız. Gerçekleri görmezden gelerek yaşamaya devam ediyoruz. Ama bu nereye kadar sürecek? “Üç maymun” hikayesinin oyuncuları olmaktan ne zaman vazgeçeceğiz?
Modernleşme dediğimiz kavramı, sanırım biraz yanlış anlamışız. Türkiye tarihinde yaşanan bireysel ve toplumsal olaylara baktığımızda, her dönemde sansasyonel hadiselere tanık olduğumuzu görüyoruz. Söylemek istediğim şu: Bireysel veya toplumsal olarak, nasıl yapıyoruz bilmiyorum, ama her şeyi amacının dışında kullanabilen bir topluluğuz. Bunun bize zarar verdiğini de kabul etmiyoruz. Görüyor, duyuyor, biliyoruz; ama görmezden, duymazdan ve bilmezden geliyoruz. Maalesef, bireysel olarak yaptığımız hatalar topluma empoze edilerek normalleştiriliyor ve bu da olumsuz sonuçlar doğuruyor.
Normal olmak, elbette yanlış ya da kötü bir şey değil; ancak burada “normal” olarak kabul edilen şey aslında normal olmaması gereken bir durum. Topluma empoze edilirken bu durum yavaş yavaş işleniyor, çünkü kimse tepki göstermiyor. Tepkisiz kalındığında, otomatik olarak normalleşme süreci başlıyor. Önce tepkisiz kal, sonra sus, sorgulama, dillendirme — ve sonunda her şey normalleşsin. Olduğu gibi kabulleniyoruz; kimileri menfaati için sessiz, kimileri de “bana dokunmasın” kaygısında. Neticede, aslında görmemiz gereken gerçeği görmezden geliyoruz. Bireysel olarak başlayan bu süreç, toplumsal ayrışmaya dönüşüyor ve bunun sonucunda sınıflaşmalar, gruplaşmalar, ötekileştirmeler ve dışlanmalar ön plana çıkıyor. Toplumsal olarak kendi özümüzden uzaklaşıyor, gerçeği göremez hale geliyoruz.
Toplumsal olarak özümüzden uzaklaşmamız ve gerçeği görmez hale gelmemiz, bize genel anlamda olumsuz dönüşümler sağlayacaktır. Bu durum, sahte gerçeklik kavramının hayatımıza sızmasına neden oluyor. Peki, bu sahte gerçeklik nedir?
Sahte gerçeklik, bireylerin ve toplumların, gerçek hayattan uzaklaşarak, kurgu ve yanılsamalarla örülü bir dünya yaratmasıdır. Bu dünyada, insanlar kendilerini olduğundan farklı gösterir, sosyal medya ve diğer iletişim araçları aracılığıyla idealize edilmiş yaşamlar sunar. Bu sahte görüntüler, bireylerin kendi yaşamlarıyla karşılaştırma yapmasına yol açarak, gerçek hayatın değerlerini ve zorluklarını göz ardı etmelerine sebep olur. Gerçeklik ile kurgu arasındaki bu uçurum, toplumsal bağları zayıflatır ve bireylerin kimliklerini sorgulamalarına yol açar. Bu sorunların üstesinden gelebilmek için bireysel ve toplumsal farkındalığı artırmalıyız. Gerçeklerin farkına varmak, kayıtsız kalmamak ve toplumsal sorumluluk almak çok önemli. Her birey, bu sessizliğe son vererek toplumsal sorunlara duyarlı hale gelmeli; bu sadece kendi hayatını değil, tüm toplumu olumlu yönde etkileyecektir. Maalesef, bu durum şu anda toplumu olumsuz yönde etkiliyor. Gelin, toplum üzerindeki bu olumsuz etkileri birlikte inceleyelim.
1. Gerçeklik ve Sosyal Medya İlişkisi
Sosyal medya, bireylerin yaşamlarını şekillendirirken giderek "sahte gerçeklik" kavramını da hayatımıza soktu. İnsanlar, sosyal medya üzerinden kendilerini gerçek dışı bir biçimde yansıtmaya çalışıyor. Bu süreç, bireysel ve toplumsal algılarımızı köklü bir şekilde değiştiriyor. Artık görünüşle gerçek arasındaki fark giderek bulanıklaşıyor; insanlar, beğenilme kaygısı uğruna farklı kimlikler benimsemeye yöneliyor. Bu durumun, insan psikolojisi üzerindeki etkilerini derinlemesine düşünmek gerekiyor.
2. Sessizliğin Normalleştirici Etkisi
Toplumda sessiz kalmak ve tepkisiz olmak, zamanla bir "normalleşme" süreci başlatıyor. Doğru olmayan şeylere ses çıkarmadığımızda, bunlar kabul görmeye başlıyor ve sıradanlaşıyor. Bu noktada "üç maymun" hikayesi aklıma geliyor; bireylerin sorunlar karşısındaki kayıtsızlığı, sessizliği adeta bir sembol haline geliyor. Bu tür sorunlar toplumda yankısız kaldıkça, derinleşen bir kayıtsızlığa yol açıyor.
3. Modernleşme ve Yanılgılar
Modernleşme kavramını yanlış anladığımızı düşünüyorum. Bu süreç, toplumsal değerlerin kaybolmasına ve bireysel menfaatlerin öne çıkmasına yol açıyor. Kültürel değerlerin yozlaşması, toplumun ahlaki yapısını tehdit eder hale geldi. Modernleşme ile gerçeklikten uzaklaşma arasında güçlü bir bağ olduğunu gözlemliyorum; bu durumun toplumsal dinamiklerimizi nasıl etkilediğini sorgulamak şart.
4. Toplumsal Ayrışmanın Sonuçları
Susmak ve kayıtsız kalmak, bireysel hataların toplumsal düzeyde normalleşmesine neden oluyor. Bireylerin kendi çıkarları için sessiz kalmaları, toplumda bir bölünmeye yol açıyor. Sonuç olarak, sınıflaşmalar, gruplaşmalar ve ötekileştirmeler belirgin hale geliyor; bu da bir arada yaşama kültürünü tehdit ediyor. Birlikte yaşamanın zorlukları artarken, toplumsal bağlarımızı yitiriyoruz.
5. Çözüm İmkânı ve Farkındalık Çağrısı
Bu sorunların üstesinden gelebilmek için bireysel ve toplumsal farkındalığı artırmalıyız. Gerçeklerin farkına varmak, kayıtsız kalmamak ve toplumsal sorumluluk almak çok önemli. Her birey, bu sessizliğe son vererek toplumsal sorunlara duyarlı hale gelmeli; bu sadece kendi hayatını değil, tüm toplumu olumlu yönde etkileyecektir.
Sonuç olarak, "sahte gerçeklik" kavramıyla yüzleşmek zorundayız çünkü bu durum toplumsal yapımızı ve bireysel algılarımızı derinden etkiliyor. Sosyal medyanın yarattığı yanılsama dünyasında kaybolmamak için gerçeklerle yüzleşmeyi öğrenmeliyiz. Birey olarak üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek, toplumun sağlıklı bir şekilde ilerlemesine katkı sağlayacaktır. Sessiz kalmak yerine sorunları dile getirip çözüm yolları aramak, toplumsal dayanışmamızı güçlendirecektir. Modernleşmenin getirdiği yanılsamalarla mücadele ederken, kültürel ve ahlaki değerlerimizi korumalıyız. Kendi hayatımızı değil, tüm toplumu olumlu yönde etkileme potansiyeline sahip olduğumuzu unutmamalıyız. Bu nedenle bireysel ve toplumsal farkındalığı artırarak, birlikte daha sağlıklı bir toplum oluşturma hedefiyle ilerlemeliyiz.