Lavinya Dergisi
ROBİNSON CRUSOEYapay zekâ çağı; herkes yorgun, çoğunluk mutsuz, fazlası öfkeli, her şey karmaşık. Varoluşun içinde yok oluş, arayış. Kendinden ve sevdiklerinden uzaklaşış. Kapanıp bir odaya saatlerce uyumayı kurtuluş sanış. Sanal âlemde saatlerce dolanış. Dönüp dolaşıp aynı yerden yeniden başlayış. “Şu eskiler ne güzeldi.” cümlelerini sıralayış. Sadece konuşup, sıradanlığı depresyonla karıştırış. Kime neden âşık olduğunu, üstüne yüklenen sıfatların sorumluluklarını unutup, hatta her birini yük olarak algılayış. Peki, şu yalnızlık! Akşam senin için pişirilmiş çorbaya burun kıvırış. Bilinmez mi mutfaktan gelen çatal kaşık sesidir, gülümseyiş. Şuursuz kol geziş, şükretmeyen diller ve kasvetle kalbi ele geçiriş. Eker fısıltılı
cümleler ruha, nifak tohumunu: “Ya daha iyi bir ihtimal varsa?” işte terk ediş. Akabinde kaçmak büyük şehirlerden, insanlardan, sıkıntı sandıklarından uzaklaşmak arzusunu isteyiş.
Gelelim kahramanımıza, romanlardan, televizyon dizilerine, reklamlardan, sinema sektörüne kadar ilham olmuş bir kâşif: Robinson Crusoe. Yapıt, Daniel Defoe’nun imza attığı Batı ve Dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak anılır. Kitap, İngiltere’de yaşayan Alman asıllı orta halli bir ailenin en küçük oğlunu anlatır. Hikâyenin geneli şöyle gelişir. Babasının tüm itirazlarına rağmen Crusoe’nun arzusu dünyayı gezmektir. Denizlere açılıp macera yaşamak hayali onu yiyip bitirmektedir. Elbette yola revan olmayı bilir. Yaptığı tehlikeli iki yolculuk onu korkutur ve bir süre sindirir. Fakat insanoğlu hep daha fazlasını istemesiyle bilinir. Yeniden yola revan olur ve bu defa gemisi batar. Sadece kendisi kurtulur, yirmi sekiz yıl boyunca ıssız bir adada yaşar. Sadece son üç yılını yalnız geçirmez. Bu uzun yıllar boyunca ilkel şartlarda yaşamak zorunda kalır. Tüm süreçte başarılı da olur. Ekonomik ve fizyolojik ihtiyaçlarını giderecek bir düzen kurar. Barınaktan, yeme ve içmeye kadar kendine bakar. Lakin ne kadar mutludur? Boşa geçer bir ömür. Sonrası mı? Nihayet adadan kurtulur. Belki de yanıtlar yazarın zihninde saklıdır. Yüzyıllar boyu bu serüven türlü kalemlerle yazılıp durulur.
Kaos, karmaşa, sıkılmak... Gerçek bir derdin oluncaya kadar diğerlerini keder sanmak.
Robotik kodlama, uzay çağı, bilişim ağı huzursuzluğu. Sonuç mu? Sobada pişen kestanenin sıcaklığıyla tanışmamak.
Bilmezler ki emek ister yaşamak.
Suçlama başkalarını, aynaya bak!
Kim sana ne kadar tahammül ediyor ölç ve tart.
Güzeldir neşe saçmak, kusur aramamak, tutunmak.
Çok mu bunaldın ey okur! Dileğin mi kaçmak, saklanmak, uzaklaşmak, sızlanma pişman olmayacaksan(!) yap.
Koy kendini Robinson Crusoe’nun yerine. Veda et ya da etme sevdiğim dediklerine. (Tabi varsa böyle kişiler seçeneklerde)
Ne en çok canını acıtır düşün, aman düşünme.
Sadece şu soruyu sor kendine: “Issız bir adaya düşsen yanına kimi veya neyi alırdın?”
Buyur söz sende, cevapla içtenlikle…