Lavinya Dergisi
KENDİME GİDEN YOLDA Cebimde söylenmemiş sözcüklerle gitmek istemediğim bir hayattan yazıyorum.
Umarsızlığın keskin makası ile beklentilerimi kestiğim gündeyim. Ne yaşım ruhuma eş ne de bendeki umut cüzdanıma beleş. Benim inadıma çare var da; insanlığın bu kör zihniyetini hangi küfeye dökeceğiz?
İllaki anladık; yol ayrı yoldaş ayrı. Ya birlikten doğan kuvvet, işte onu hangi limana demirleyeceğiz?
Mutluluğun hiç de ucuz olmadığı bu dünyada, kaç insan bulacağız merhameti cüzdanından kabarık. Yıpratan, yaralayan bir hayatta en çok aradığımız şey değil midir merhamet?
Cömertçe tüm nüfusa dağıtılması gerekirken hem incelikli hem azami, bir avuç insanda toplanmıştır sanki. Oysa her birimiz de bir pay almalıydık merhametten.
Yolumuz ayrı düşmüş, yoldaşlarda kayıplar olsa da hiç var olmamış gibi. Ve kalmışsan artık yalnız başına; gerçek yalnızlığın hikayesiyle yolunu kendin bulmak zorunda kalırsın. Gölge arkadaşlıkları es geçip kendi duvarına yaslanıp kendi hikayene doğru yol alırsın. Lakin bilirken birlikte olmanın haşmetini, bu gücü nerede ararsın? Kapılar kapanmış, limanlar dolmuş…
Dünya çok kırıcı ve acımasız. Belki de bu yüzdendir sırt çevirmekte ki acelemiz. Bir savunma mekanizmasıdır. Kendi küçük dünyamızda kalıp az incinmektir tek lüksümüz. Anlaşıldığımız, yaraları sardığımız anları sarmalayıp mı saklasak. Peki bu çabayı kim karşılıksız sunacak?
Hayat akışında saklanmış cevaplarda saklıdır bence tüm aradığımız cevaplar. İnce ince gizlenmiş anlarda, bir bakışta, bir gülümsemede. Birinin varlığıdır bazen tüm soruların cevabı. Durmak gerek anlamak için. Bu anları ya da varlığı hissedebilmek için. Geçip gitmemek, rüzgara kapılmamaktır cevabı bulmanın sırrı.
Taşı tekere vurmakta bir gereklilikse şayet, hayatın sertliğinde de kendine güvenmek gerek. Vururken de taşı tekere, ne kadar sert vurduğundur aslolan. En ufak iyiliğin bile karşılığı beklenirken bu insafsız düzende, pazarlık konusu ise talep ettiğin yardım bile, çıkar gözetilmeden yoldaş olmanın anlamını bulmakta zorlanır insan. Çoğu zaman bir el uzatanı bir inci gibi denizin derinliklerinden bulup çıkarmak gerekir. Ve bunları düşünürken zihnimde hep aynı soruya çıkar fikirlerim. Hep mi böyleydi? İnsanlığın daha sağlam olduğu anlar biz tarafından mı romantize edilmişti ya da içinde yaşadığımız bir yanılsamadan mı ibaretti? Modern yaşamda geri plana atılan merhamet ve dayanışmayı umut listemizin sonuna aldık ister istemez. Geri plana attık. Bir kuşun kanadına bağladık, bir anka kuşunun. Küllerinden doğmasını beklediğimiz, eski zamandan bize ulaşmasını umut ettiğimiz bir varlığın kanadında unuttuk. Peki ya hâlâ karanlıkta bir yerlerde parlıyorsa insanlık için beklediğimiz o muhteşem uyanış. Kör bir tünelde olabilir hala o beklediğimiz vicdan ve birlik ruhu. Tohumlar bir bilinmeyen dehlizde, kapalı bir kesenin içinde keşfedilmeyi bekliyordur.
Penceremin önünde sessizce kahvemi yudumlarken; sonbaharın sabah serinliği her yanımı sararken hala umut etmeyi seçiyorum. Birkaç sabah haricinde sabahıma aydınlık doğmasını seviyorum. Cevapları ararken sorular altında ezilmemeyi tercih ediyorum. Bir lokma ekmek, bir yamalı aba için koşturan insanları seyrederken sıcak bir barınak ve mis kokulu bir kahve lüksümü de yabana atmıyorum. Bu hızla geçen zamana ayak uydurmamak için yavaşlamayı seçtiğim zamanlardan birindeyim. Herkesin gözünün önünde fakat bir o kadar da uzak bir yabancı olmanın keyfini sürüyorum. Kendi içimde kaybolmanın tarif edilemez özgürlüğünü yaşarken bulamadığım büyük cevaplara inat kendi küçük çözümlerime atfediyorum bildik, tatlı, sevimli gülümseyişlerimi.
Dünya acımasız ve yalnız dönüp dururken, kendime yaptığım yolculuğumda yalnız sözcüklerimle ilerliyorum. Ve mutluluk her daim yanı başımda kol gezsin diye elden bırakmadığım inancımı sizle paylaşıyorum…