Lavinya Dergisi
NİLÜFER ÇİÇEĞİAğlamak ve gülmek, ışık ve zifiri siyah, nilüfer ve bataklık… Var mı kelimelerde bir terslik? Dört başı mamur hayat ve imkânsızlık. Geçmişin acısı ve gelecek kaygısı arasındaki şu sıkışmışlık. Pişmanlıklar, keşkeler, niçinlerle geçen ömür arası, hissedilen koca bir kıymetsizlik. İnsanoğlunun maruz kaldığı o meşhur karanlık.
Efsaneye göre bahsi geçen çiçek daima getirir aydınlık. Şöyle ki: Eski Mısırda başlangıçta karmaşa hâkimdi. Şehir ıssız, sessiz ve göz gözü görmeyen bir havaya sahipti. Nilüfer çiçeğinin ortaya çıkması ile bahar geldi ve Nil güzelleşti. Çiçekten öğle saatlerinde yayılan koku, yeryüzüne yaşam verdi. Çamurlu ortamda yetişmesine rağmen dünyanın en temiz bitkisi oydu. Herhangi bir yerine toz konduğunda, tozdan sallanarak kurtulan bir yapıya aitti. İnsan da böyle değil miydi? Benzerlikler bakiydi.
Nice acı, stres ve kargaşa olmadan yaşam geçer miydi? Her zaman günlerin en güzeli ona verilir miydi? “Her şey beni buluyor!” serzenişti, boş cümleler geçidiydi. Çünkü sıkıntı, imtihanın bizzat kendisiydi. Dip ve zirve, ikisi de öğretirdi. Almak ve vermek dengesi değerliydi. Şu iyi gün ve kötü gün dedikleri, ne kadar sürerdi? Batmak ve çıkmak, nasıl bir şeydi? Kökler reddedilir miydi? Soruları uzatmak gereksizdi. Cevap ve ilham, belliydi. Anlamsızlık içinde mana arayan birey; görmeyi, duymayı ve kendini iyi etmeyi arzulasın yeter ki. Çamurlu suyun içinde yetişen, dibe batmayıp, tek zerre tozsuz yaşayan nilüfer çiçeği; bir hilkat abidesi. Her gece kusursuz kapanıp, sabah lekesiz yeniden yükselerek açılması da mucizevi, bir o kadar hayranlık verici. Bilhassa insana tutulan ayna gibi. Ne kadar kir sıçrarsa sıçrasın, ruhuna veyahut bedenine, daha güzel çiçekler açacak belki. Beklemek ve sabretmek zamanı elbet gelecek ki.