Lavinya Dergisi
TELGRAFIN TELLERİNE KUŞLAR MI KONAR?Telekomünikasyon çağı, dijital yaşam, sanal dünya, sosyal platformlar, anında yapılan görsel ve işitsel bağlantılar, konum takipleri ve diğerleri. Peki, iletişim her zaman böyle miydi? Ah şu eskiler daha güzeldi dedikleri. Telgraf, çevirmeli telefon ve mektup kâğıtları çok içten değil miydi? Sahi denk gelen son nesil hangisi?
İki merkez arasında kararlaştırılmış işaretlerin tanımıyla yazılı haber ve belgelerin iletimini sağlayan, telgraf. “Yakında geleceğim, stop.”
Bir diskin üzerindeki numaralı deliklere parmaklarınızı sokmak vasıtasıyla yapılan sesin gelmesi için kulaklık ve sesin iletilmesi içinse mikrofonun bir arada bulunduğu cihaz, çevirmeli telefon.
“Alo, kiminle görüşüyorum?” Bir kişi veya bir grup insan tarafından diğer bir kişiye iletilen sayfa üzerine yazılı mesajlar, mektup kâğıtları. “Sana bu satırları kaleme alırken…”
Erişim çağı, haberleşmedeki değişimler insanoğlunu farklılaştırmadı mı? Bir partner bulma, yeni bir aşk yaşama ve bunu sürdürme isteği genel bir istek. Fakat günümüz geçmişle karşılaştırıldığında durum çok zor ve karmaşıktı. Medyanın yansıttığı mükemmel aşk tanımı var mı? “Seni seviyorum” cümlesinin bile modern halleri bulunmadı mı? “Elektrik aldım, hoşlandım, yazışalım.” Oysa o cümle de taahhüt vardı, bağlılık kokardı. Fotoğrafa like attı, dm’den yürüdü, sadece takılanacaktı. Bilmem ne uygulamasında eş olundu, buluşulunacaktı. Ya sonra? Ne kadar zaman, hangi inceliklere gebe olunacaktı? Emojilerle mi bakışılacaktı? “Fikrimin ince gülü…” ile başlayan o sevdalarla bugün kıyaslanır mı? Hislerini beyan etmek dahi aylar alırdı. Karşılaşmak kalp çarptırırdı. Ahizenin ucunda bekleyen sevdalılarla, özenle seçilen kokulu mektup kâğıtlarıyla yarışılır mı? Dengini bulmak kolay mı? Hep seçim mi yanlıştı? Bana iyisi denk gelmedi düzmece bir yakarıştı. İlişkinin temelinin geçim olduğu büyürken anlatılmadı mı? Sitem geçinmeyi bilmeyenlerin salt müdafaasıydı. Bu devirde sağlam aşklar kalmamıştı! Herkes herkesi sevmekteydi ama kimse sevdiğini bağrına basmamaktaydı. Beraberliğin ömrünün tutanın elinde kalması hayatın stresine bağlanmaktaydı, yanlıştı. Kusur dediğin herkeste vardı. Mutlaka yaradan seni sabırla donatmıştı. Bu oyunda saklanan saçlar, mendiller, verilen sözlerin asaletiyle geçmiş hatırlanmaz mı? “Bir yastıkta kırk yıl.” cümlesi boşa mı yazıldı? Günümüzde kırk gün uzun sayılan ilişkiler hortladı. Medeni hal umursanmamaktaydı. Anı yaşamak çok değerliydi. Sadakat! Ona neydi, ne yapacaktı? Miş, denilen zamanda evlilik anlamlıydı, kavuşmaydı. Şehvet, para, pul, geçici hevesler ayıp sayılırdı. “Ah üç saattir çevrimiçi olmadı.”, “Mail kutum boş kaldı.”, “Kim bilir hangi ağa takıldı?” Şaşırıldı! Nitekim geçmiş ve bugün anlatıda bir arada aktarıldı.
Özet: Belli ki bahsi geçen günleri yaşayanlar şanslıydı. Kitap arasında kurutulan çiçekler, duygusal zamanlardı. Evet, seven sevdiğine mektup yazmalıydı, telgraf yollamalıydı, ahizeli telefonlar için jeton almalıydı. Şöyle dönüp bakılınca baştan sona anılar dolmalıydı ve masumiyet akmalıydı. Madem şarkılarla girizgâhlar yapıldı. Son daha vurucu olmalıydı: “Telgrafın tellerine kuşlar mı konar? Herkes sevdiğine de yavrum böyle mi yanar?”
“YANMALIYDI.”