Lavinya Dergisi

PARİS SENDROMU
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Paris; romantizm, aşk, moda, şanzelize, Eyfel Kulesi, nefis kokular, şen kahkahalar, muhteşem tatlılar, güzel müzik, temiz sokaklar, şaşaalı filmler... Popüler sanat ve sinemanın tekrarlı bir biçimde ideal şehir olarak yansıttığı çerçevenin görseli. Turistlerin en çok ziyaret etmekten hoşlandığı başkentlerden biri. Peki, var mı bu varsayımın başka temeli? Peri masalı, boş masalın içi, seçenekler sadece iki tane mi? Bir yere gitmenin şu meşhur özlemi, orada yaşamak, yaşlanmak, yerleşmek, kök salmak, kolay birkaç hece mi? Baş dönmesi, uyuşukluk, halüsinasyon görme ve sayıklama gibi fiziksel özelliklerin yanında, hayal kırıklığı en büyük “Paris sendromu” meselesi. Tüm dünya insanları, bu şaşkınlıktan nasibini alsa bile en çok etkilendiği yazılan ülke vatandaşı Japonların bizzat kendisi. Umduğunu bulamamak deyimin diğer bir anlatım cümlesi. Hastalıkla mücadele öyle basit bir olay değildi. İçten içe ve çok sinsi. Hatta bu sendromu yenmeleri için Japon konsolosluğu, yedi yirmi dört açık tuttuğu bir telefon destek hattı bile kurulmuştu. İlk teşhis 1986 yılında Profesör Hiroaki tarafından ortaya koyulmuştu. Sıklıkla otuzlu yaşlarını yaşayan, Paris’e seyahat etmiş Japonların yaşadığı ve yılda onlarca kişiyi mağdur eden tanım ilginç bulunmuştu. Tetikleyen olaylar beklediğini bulamamakla beraber dil engeli, İngilizce diyalog kurmayan halk, Fransızcayı düzgün konuşmak isteyip konuşamamak, kaba davranabilen garsonlar, özgür ruhlu ve dışa dönük Fransızlar karşısında katı kurallara sahip Japonlar depresyon belirtileri göstermeye başlamıştı. Bazı vakaların intihar ile sonuçlandığı tespit edilmişti. Tedavi eve geri dönmek miydi? Yetmemişti! Bugün dahi yaşanan Paris sendromu aslında hayatın gerçek sesi. Karamsar filozoflar olmasa da insanoğlunun kendisi, çok istediği o şey olunca kaçtı mı hevesi? Evet, cevabını verir nicesi. Belki mutlu eden sadece yapabilme ihtimali, gidebilme hayali, elde etme çabasının neşesi. Yol yormuş olabilir mi? Her şey zamanında güzel dedikleri. Geç olunca kaçan ilham perileri, duygu durumu, stresin kafilesi, mutluluk ve mutsuzluğun terazisi. Durum; “Kavuşulamayan aşklar daha derindir.” söylemine benzer mi? Nasıl çıkmalı yazarın sesi? Parfüm kokan caddeleri göremeyen turistler gibi sanırım gülümsemek hiçbir şeye çok anlam yüklememekte gizli. Paris’i muhteşem bulan ziyaretçilerin sayısı da azımsanmayacak kadar çok, tescilli. Bakmak ve görmek bu olsa gerek, hem sıradan hem nefes kesici…