Lavinya Dergisi

DENİZSİZ ŞEHİR MARDİN'İN DENİZ LEZZETİ "MİDYE DOLMA"
Şaha ÇİMEN

Her şey insanın kafasının içinde başlar ve biter.

Geçen gün bulunduğum bir ortamda midye dolma ile alakalı bir sohbet geçti. Sohbet şuydu: Mardin'de deniz olmamasına rağmen Mardinliler neden midyenin ustaları olarak biliniyor? Bu soru sorulduğunda, ortamda bulunan biri eskiden Mardin'de deniz olduğunu ve oradaki insanların ekonomik nedenlerden dolayı denizin içindeki gıdalardan beslenmeleri üzerine midyenin Mardinliler tarafından yapıldığını iddia etti. Bunu işittikten sonra, bir Mardinli olarak kendimi biraz Mardin'e yabancı hissettim. Çünkü, Mardin'de yaşamayan biri, benim orayla alakalı bilmediğim bir şey bildiğini varsayıyordu. Kendi memleketimle alakalı bu bilgiyi bir yabancıdan duymak üzdü beni. Bunun üzerine ben de bu konuyla ilgili küçük bir araştırma yaptım. Yaptığım araştırmalar sonucunda, 1960'larda işsizlik, savaş gibi nedenlerle Mardinli gençlerin köylerini bırakıp İzmir ve İstanbul gibi büyük şehirlere yerleştiklerini, yapılan bu göçlerden sonra Mardinliler'in gittikleri yerlerde midye dolma işini Ermenilerden öğrendiklerini ve rağbet gördüğünü fark edince bu işe başladıklarını öğrendim. Bu araştırma, adamın iddiasını çürütüyordu. En azından bir kısmını. Diğer kısmını ise yazımın son bölümünde sizlerle paylaşacağım. Bunu yapmadan önce bir de bu işin trajedi olarak gördüğüm kısmından bahsetmek istiyorum. Trajedi diyorum çünkü tezgahtan satın alırken "neden bu kadar pahalı?" dediğimiz midyelerin aslında çok zor koşullarda bizlerin önüne konulduğunu öğrendim. Yıllar önce, sanırım 2011 yılında, "Kara Kabuk" adında bir belgesel çekilmiş bu konuyla ilgili. Bu belgeselde midye dolmanın asıl emekçileri ile röportajlar vardı. Oradaki insanlar, midyenin bizim önümüze gelirkenki sürecini anlatırken şunu diyorlardı: "Bu işin yazı kışı yok. Biz dört mevsim bu işi yapmak zorundayız. Kendimize ait bir sosyal hayatımız yok. Bir tatilimiz yok. Sabahtan akşama kadar bu işi yaparız, getirisi ise sadece karın tokluğu olur. Cenazemiz olsa bile o gün ölümüzü gömer, sonra tekrar gelir midye kabuğu ayıklamaya devam ederiz. Bir dakika bile vakit kaybı yaşama lüksümüz yok. Hepimiz çok yoksul insanlarız. Yoksulluğumuzdan dolayı çoğumuz okuma yazma da bilmeyiz. Dolayısıyla ekonomik durumumuz çok kötü olduğu için çoğu zaman çocuklarımızı da okula gönderemiyoruz." Midyenin kabuğundan ayrılıp pişirilmesine kadarki süreci takip eden kişilerin kadınlar olduğunu öğrendiğim belgeselde, kadınlar çaresizliklerine vurgu yapıyorlardı: "Biz burada midyeyi gece gündüz kabuklarından ayıklarken kadınlığımızı, anneliğimizi bir kenara bırakıyoruz. Sadece akşam eve alacağımız ekmeğe odaklanıyoruz. Bu kadar kirli, bu kadar ağır işi biz sadece ama sadece karnımızı doyurmak için yapıyoruz." Bizim önümüze rahatlıkla gelen minik siyah kabuklu yiyeceğin aslında masamıza gelirken çektiği cefayı öğrendiğimde burukluk yaşadım. Belki sözünü ettiğim belgesel yıllar önce çekilmişti. Belki koşullar iyileşmişti ancak bu koşulların midye dolmanın asıl emekçileri için değiştiğini düşünmüyorum. Tüm bunları göz önüne alınca midyenin neden limonla yenildiğini de daha iyi anlıyorum. Midye dolma yapan Mardinlilere soruyorlarmış: "Siz neden midye ile limonu birlikte servis ediyorsunuz? Bu uyumu nasıl buldunuz?" Onlar da şu cevabı vermişler: "Mardin usulü midye, limon sıkılarak yenir. Çünkü, Mardin insanının acı yönlerini en iyi limon temsil eder" Bir Mardinli olarak, ne zaman midye dolma bahsi geçse "Sizde deniz yok. Midyeyi neden siz yapıyorsunuz?" sorularına ben de çokça denk geldim. Çoğunlukla da geçiştirirdim. Asıl hikayeyi bilmezdim. Şimdi biliyorum. Bildiğimi de sizlerle bu şekilde paylaşıyorum.

(Ek Bilgi: Mardin'de yapılan kazılarda çok eski dönemlere ait midye fosillerine ulaşılmış. Bu, Mardin'de daha önce deniz olduğunu anlatan bir detay. Midye fosilinin bulunması ise başka bir soru işareti. Belki de asırlardan beri Mardin'de midye yapılıyordu? Yapılan araştırmaları bekleyip göreceğiz.)