Lavinya Dergisi

SAHTE OTOBÜS DURAKLARI
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

“Çocukluğum”; Maksim Gorki’nin muhteşem eseri ve devamında gelen “Ekmeğimi Kazanırken”, “Benim Üniversitelerim” üçlemesi. Acımasızlık ve hoyratlık içindeki tertemiz o çocuk kalbi. Kahramanları, hayatın zorlukları bir yana dursun, yine de yıllar renkli ve gizemli. İnsanoğlunun sadece edebiyat satırlarında değil her platformda var, çocukluk özlemi. Sonrası ekmek kavgası ve üniversite için gidilen şehirlerde kendi ayakları üzerinde durabilme mücadelesi. Kitaplar, sadece büyüme faslını anlatmaz elbet, şanslı olanların bahtına yazılır şu aşk meselesi; “Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.” diye yazar, Kürk Mantolu Madonna’da Sabahattin Ali. “Çünkü birlikte genç olduğum adamla yaşlanmak istiyorum. Seninle.” cümlesi okunur Kristin Hannah ve Kış Bahçesi. Peki, yaş almak, yaşlanmak, neyi değiştirir bireyin hayatında? Tecrübe, görüş alanının genişlemesi ama bir o kadar gelen yorgunluk hissi. Bedenin alarm vermesi ve diğerleri. Kim taşır yarına sevdiğini? Ömür vefa ederse, tabi. Fakat vazgeçmek, yarı yolda bırakmak. Ah aşk bitti. Şaşırdınız, aşk dediğin bir ömür sürmez ki! Tüm kusurlarına talip olmaktır onun, sevmek fiili. Nicedir bitmeyen geçmişe dönme isteği. Belki mutlu günleri yeniden yaşama umuduyla, belki de keşkeleri düzeltmek amacıyla yıllar geçti. Kim ne kadar beklendi? Ebeveyn, çocuk, dost, iş hayatı, atlıkarınca, pamuk şeker, tahta araba değil. En çok özlenen şeymiş sevgili. Terminaller, havaalanları, tren garları ve şu otobüs durakları ne çok anıya şahittir, duvar gibi. Demans ve Alzheimer’dan mustarip pek çok yaşlıya ev sahipliği yapar Almanya’daki huzurevleri. “Sahte otobüs durakları” yapılan ülkede bu çalışma, onları durdurma yöntemi. Yönlerini kaybeden bu hastaların genellikle geçmişte yaşadıkları tespit edildi. Huzursuz oldukları anda eski hayatlarına, sevdiklerine, evlerine dönmek istekleri ağır bastı. Böyle durumlardaki yaşlılar merkezlerden çıkarak, otobüs duraklarını gördü, oturdu ve asla gelmeyecek bir otobüsü bekledi. Durak olmasaydı yürümeye devam edecek ve hatta kaybolabileceklerdi. Fakat bu pasif güvenlik ağı onları dinginleştirdi. Çoğu zaman hemşireler de sahte yolculuğa eşlik etti. Belki bir illüzyondan ibaret yaşadıkları ama temiz hava ruhlarını sakinleştirdi, gidebilecekmiş hissi rahatlık verdi, geçmişe dönebilme arzuları desteklendi, günün sonunda iki tarafta mutlu oldu. Çocukluk, ekmek kazanma, eğitim alma, âşık olma, yuva kurma günlerine hasret, bir nebze giderildi. Şanslı olanların, sevmek fiiline sahip çıkanların yanında hala hayat arkadaşı vardır belki. Yekpare, anlık, günübirlik yaşamak değil, bağ kurmak önemli. Eski eşyanın değeri, dikilen ağacın kıymeti, sararmış mektupların o yaşanmışlık hissi. Koşuyor, koşuyor, koşuyoruz da; sonu ne zafer, ne yenilgi. Robotlar geliştikçe robotlaşmak değil onca şairin yaşamak dediği. İnsan heybesini güzel anılarla doldurmalı, doldurmalı ki bedeninin ve ruhunun zayıfladığı anlarda sığınılmalı o günlere. İşte “Sahte otobüs durakları” görsel bir özlem ifadesi, zihnin oyunu, kalbin sesi. Başlansın gül yetiştirilmeye, gönlü yok kimsenin dikeni sevmeye. Herkes pek meraklı Lev Tolstoy’un İvan İlyiç’in ölümünde geçen satırlar gibi: “Belki de sürdürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir.” demeye…