Lavinya Dergisi

EN GÜZEL MİSAFİR
Gülşen SARIGÖL

"Yazdığın her harf,yazabildiğin her kelam ölümün elinden kurtardığın serçe kuşudur ve serçe telaşlı değilse öldü demektir"...diyerek kalemini kağıtla buluşturmuş milyonlarca insandan sadece bir tanesiyim...

Loş ışıklı bir oda. Perdesi yarı aralanmış; hava yağmura meyledercesine kapalı. Odada iki koltuk. Döşemesi yıpranmış olsa da ahşap ayakları hürmetine atılmaya kıyılmayan... Sağ koltukta görmeyi bırakıp bakmalara dalmış bir ben... Karşımda; görünürde boş lakin hayalimde çocukluğumu oturttuğum koltuk... Derin bir hasbihale başlamak istiyorum onunla. Lakin başlayamıyorum bir türlü cümlelerime. Sen diyorum usulca; sonra nasılsın diye soruyorum. Cevap vermesini beklemeden, tebessümünden güç alıp; özledim diyorum... Seni çok özledim... Hafif alaycı bir tebessümle cevap veriyor: Çok istediğin günleri yaşıyorsun, bu özlem de neyin nesi? Doğru. Ne kadar istemiştim boyumun uzamasını. Parmak uçlarıma basmadan tezgahın üzerindeki şekerliğe ulaşmayı dilemiştim. Sonra en büyük hayalimdi ayaklarımın pedallara ulaşması. Kendi kıyafetimi seçmek, istediğim renk giyinmek, kabak yemeden yaşayabilmek... Küçük bir anımsamadan sonra mırıldanıyorum usulca; ne büyük hayallerim varmış be! Hiç gelmeyeceğini zannettiğim günlerin bana yüklediği roller altında yol almaya çalışırken en çok da çocuk yanlarıma sarılarak nefes alıyorum şimdi. En güzel günlerimin günün birinde yaşanmış ve bitmiş olma ihtimalini bana hatırlatan çocuk kalbim, bunu anımsadıkça bedenime sığmıyor adeta. Duyduğum bu ağır özlem, boğazıma kadar hüzne boğarken beni, titreyen sesimle soruyorum karşı koltuktaki çocukluğuma; Neden hep büyümeyi istedik o vakit? Madem gerçek olan sensin, gerçek olan sendeydi; neden bu kadar acele ettik büyümek için? Kılı kırk yararcasına beni büyüten annem; neden bu kadar çok istedi büyümemi? Sorularımı alaycı bakışları ile dinleyen çocukluğum: Hâlâ maharetin büyümek ve büyütmek de olduğunu mu sanıyorsun? Diye bir soru yöneltti. Maharet uzayan boyuna inat, kısa bakabilmek hayata. Maharet, alınan yaşta değil yaşın kattığı yaşantıda. Ve maharet seçme hakkının o uçsuz bucaksız özgürlüğünde değil, az ve öz olanın içinde. Büyüyen bedenine rağmen, içindeki küçülen o kalbin sınırlarını genişletmek... Ne haklı bir tabirdi. Beden büyüyor, göz perdeleniyor, kalp küçülüyor. İnsan da büyüdüm diyor; adam oldum, insan oldum zannediyor. Büyüyen bedenime rağmen, karşı koltuğa çocukluğumu oturtmayı başardıysam bugün; hâlâ kalbimin içindeki çocuk yanımın kırıntılarındandır bu. Beynimde şimşekler çakmışçasına birden kalkıp ona sarılmak istiyorum. Bir anda beni geri itiyor ve ekliyor: Bana değil, içindeki çocuğa sarıl, onu sakın öldürme. O ölürse yaşayamazsın. İki kolumla bedenimi sararken, kendim yine kendime hatırlattım sonra. İçimde her şeyi gözleri dola dola kabullenen o çocuğa tebessümle tembihledim. Bu karmakarışık dünya girdabında, sana sarılmam gerektiğini bana ara sıra hatırlatır mısın?