Lavinya Dergisi
BİLİNMEZLİĞİN DÜNYASIBir dünyanın içinde hapsolmuş gibiydi. Kendisi mi farklı düşünüyordu, yoksa etrafında bulunan insanlar mı? Bilmiyordu. Herkes hem kendine özgüydü, hem de birbirine benziyordu. Zihni, zaman zaman bu sorularla dolup taşıyordu. Kendi düşündüklerini diğer insanlara anlatsa, acaba anlayacaklar mıydı? Belirsizlik içinde sıkışıp kalmıştı, çünkü ne yapacağına dair net bir karar veremiyordu. Diğer insanların onun gibi düşünmesi ya da farklı düşünmesi, onun neyi değiştirecekti ki?
Sonunda pes etti. Etrafındaki o dünyadan kurtulmak için adımlarını yavaşça geri çekti. Yeşilin en güzel tonlarında bir yolun kenarında ilerlemeye başladı. Yanı başında dalgaların melodisi eşlik ediyordu. Aniden durdu. Yoluna devam mı etmeli, yoksa denize doğru mu gitmeliydi? Kararsızlık içinde kıvranırken, sonunda vazgeçti. En yakınındaki ağacın altına oturdu ve çantasından "Dünyayı Otomatik Moda Alma" adlı kitabı çıkardı.
Kitabın sayfaları arasında kaybolurken, çevresindeki dünyayı unutmayı umdu.
Kitabın ilk sayfasını açtığında şu satırlarla karşılaştı:
"Dünya, insanlar için adeta bir yük haline gelmişti... Mutsuz ve yorgun kalabalıklar arasında kaybolmuştu. Hiç kimse yaptığı şeylerden zevk almıyor, birçoğu yaşamın anlamsız olduğunu düşünüyordu. Bu distopik atmosfer içinde, bazıları intihara sürüklenirken, diğerleri uyuşturuculara sığınıyordu. Bu karanlık tabloyu değiştirmek ve yaşama yeniden anlam kazandırmak için dünyanın dört bir yanındaki bilim insanları bir araya gelerek bir çözüm arayışına girdiler. Uzun bir çabanın ardından ortaya çıkan çözüm ise 'Dünyayı Otomatik Moda Alma' idi. Bu sayede insan beyinleri, göz bebeklerine yerleştirilen çipler aracılığıyla dünyayı otomatik moda almaya başladılar. Bu sistem sayesinde bedenleri hiç yorulmuyor, beyinleri hiç zorlanmıyordu. İnsanlar saatlerce çalıştıklarında bile nasıl bittiğini anlamıyor, mutsuzluklarını göremiyordu. Otomatik modda iletişim kurarken, sözcüklerin ötesine geçen bir anlayış doğuyordu. Bu sistem aynı zamanda insanların etrafındaki negatif enerjiyi emerek hırs...
Bu satırları okuduktan sonra, okuduklarının gerçek olup olmadığını düşündü. Etrafındaki insanların telaşına bakıp "Hayal dünyasında yaşamalı!" diye mırıldandı. Kitabı kapatıp yola devam etti. Kaybolmuş gibi hissettiği anlar tekrar gelmişti.
Nereye gittiğini, hangi coğrafyada olduğunu, hangi dili konuştuğunu veya adının ne olduğunu umursamadı. Tek bildiği, Güneş Sistemi'ndeki sekiz gezegenden birinde olan Dünya'da yaşadığıydı. Geçmişi belirsizdi, geleceği ise belirsizlik içindeydi. Yalnızca "şimdi" vardı. O anı yaşamaktan başka bir şey düşünmedi. Fakat düşünmekten yorulmuştu. Nevşin Mengü'nün "İnsanın Düşünmekten Canı Yanar mı?" kitabının adını hatırlayarak, düşünmekten yorulduğunu fark etti. Başını kaldırdığında, önünde bir yol ayrımı olduğunu gördü.
Yol ayrımında, kuzey, güney, doğu ve batı yönlerinden birini seçmek zorundaydı. Kuzey kutupları, güneyde çöller, doğuda dört mevsimler, batıda ise kutuplar ve çöllerle birlikte ardı ardına volkan patlamalarının olduğu bir yer vardı.
Hiçbirine gitmek istemedi. Arkasını döndü ve geldiği yollardan geri döndü. Sonra sonsuzluğa açılan bir deliğin içine düşerek kayboldu. Artık düşünmekten, mutsuz olmaktan, yorulmaktan ve sınırları olan bir bedene hapsedilmekten kurtulmuştu. Özgür bir ruh olarak sonsuza kadar kaybolmuştu. Nerede olduğunu bilmiyordu, ama tek bildiği ruhunun artık özgür olduğuydu.