Lavinya Dergisi
KUŞ GAGASISustuğumda hayat, hiçbir şeyim yok sandı. Konuşmuyorum diye fark etmedi beni, içimdeki sessiz çığlıkları duymazdan geldi. Onun umurunda bile değildim keyfini sürmeye devam ediyordu. Bense bende bıraktığı yaraları iyileştirmek için türlü merhemler arayışındaydım. O işin esprisindeyken benim ne denli ciddi olduğumu fark edemedi. Gülüyorum diye görmedi, söylemiyorum diye duymadı, gösteriyorum diye gözlerini bağladı. Yani benden sürekli kaçtı. Kolaya sığındı. Kaçmak bu kadar kolay mıydı gerçekten? Kolaysa ben niye gidememiştim bugüne kadar… Düşünmek… Beni bitiren şey bu kelime. Çok düşünüyorum, düşlüyorum gidişatı. Belki de yanlışı buradan yaptım. Kendim olmak istediğim her an ayağıma zinciri vurdum gitmeyeyim diye. Neden yaptım bunu şimdilerde soruyorum kendime. Kendimi görmekten neden kaçtım ki… Keşfetmek istedim, denemek istedim bir kez düşünmeden hareket edeyim dedim… Sanırım elime yüzüme bulaştırdım olanı da. Sonra gelsin depresyon şarkıları, gecenin kör saatleri, yatak başındaki peçete yığıncıklarım… Havada güneş yok, gün zifiri karanlık ama takmışım güneş gözlüklerimi elimde bir sopa yolumu düşmeden devam ettirmeye çalışıyorum. Arka fonda canlı bir müzik görmediğim şeylerin hayalini kurdurtup gerçekle bağlantımı kesiyor. İlerlemeye devam ederken bir şeylere takılıyor ayağıma, sendeliyorum. Tutunuyorum ilk bulduğum dala. Rüzgâr öyle delicesine esiyor ki müziğin sesini susturuyor. Kulağıma karanlığa hapsolmuş uğultu sesleri işliyor, bedenim yabancı yerde olmanın verdiği ürpertiyle olduğu yerde kalıyor. Hareket etsem düşecekmişim gibi hissediyorum. Sıkıca tutunmaya devam ediyorum. O sırada daldan üstüme gelen bir şeyler kafamdaki gözlüğü atmaya çalışıyor, öyle sert vuruyor ki canım acıyor. Onu başımdan kovalarken gözlük düşüveriyor. Aman Allah’ım o da ne etrafım… Her yer harabe, karanlık havada bir yıldız parlaması bile yok. İşte orda düşünmeye başlıyorum; peki ya ben nasıl geldim bunca yolu? Cesaret… Her şey onun başının altından çıkıyor. Hadi hadi derken doğru\yanlış ayırt edemeden bir sonda buluveriyor insan kendini. Belki inatlaşıyorsun yapıp yapamayacağınla o yüzden de görmeden duymadan ilerlemek kolay geliyor. İşte gözümü açtı kuş, gösterdi bana hangi yolu yürümeye çalışıyorum. Gitmek mi daha kolay, kalıp devam etmek mi seçmeye çalışıyorum. Yeniden doğmanın sancısı göğsümü baskılıyor. Bir anda elimdeki sopayı atıyorum, ışığın sızdığı ilk yeri görüp o yöne koşmaya başlıyorum. Sanırım bu sefer düşünmeden de hareket etsem doğru yöndeyim, güneşi görmeye başladım… Büyümenin olgunluğunu fark etmenin, içinden tek bir adım atmak gelmese de dışarıya çıkman gerektiğinin, sorumluluklarını topaklayıp atamamanın bu kadar sancılı bir süreç olduğunu bilmiyordum. Belki de bu sancıyı hissederek hayat, yaşamın güzelliklerini fark etmemi sağlıyordu. Ve belki de hayat ben inatlaşırken bir kuş uçuruyor başımdan, beni gagasıyla uyandırabilsin diye.