Lavinya Dergisi
BAŞLIKSIZ YAZI 2Daha önceki yazmış olduğum deneme konulu yazılarımda genellikle toplumsal olaylara daha geniş yer verdiğimi siz kıymetli okuyucularım zaten biliyorsunuz. Evet kabul ediyorum insan zekâ açısından kendi içerisinde ikiye bölünür hem mantıksal hem de duygusal zekâ olarak. Aslında günümüzde baktığımız zaman mantıksal zekayı kullanan insanların daha başarılı ve ön planda olduğunu görüyoruz. Gerçek şu ki; mantıksal zekâsı ön planda olan insanların aslında toplumdan kendilerini soyutladıkları dönemlerde yani kendileriyle baş başa kaldıkların da geceleri duygusal zekâları daha ağır basıyordur. Çünkü onlar asla toplum içerisinde kendilerinin olumsuz ve negatif yönlerini açık etmezler. Zaafını açık eden insan suistimal edilmeye mahkumdur. Bu sebepten mütevellit oluşan sorunların da önüne geçilemez bir hal alması da kaçınılmazdır. Saygınlıklarını, otoritelerini vs. gibi ağır basan özelliklerini hızlı bir şekilde kaybederler. Elbette duygusal davranmak kaçınılmazdır. Çünkü hepimiz yaratılış itibariyle psikolojik olarak duygusal varlıklarız. Yani; ister istemez psikososyal olaylardan etkilenebiliyoruz. Peki nedir bu psikososyal? Tanımı aslında çok basit ve anlaşılır bir kavramdır. Psiko-Sosyal: “Psikoloji” ve “sosyal” kelimelerinin birleşiminden oluşan bu tanım, insanın çevre faktörlerinden etkilenen ve ruhsal açıdan çeşitli evrelere ayrılan yaşamını ifade eder. Erik Erikson bu kuram ile ilgi şöyle ifade ediyor; “İnsanın sağlıklı bir ruh haliyle gelişebilmesi için 8’e ayırdığı her bir dönemde çeşitli hedeflerini tamamlaması gerektiğini savunuyor. Bu hedefleri ise çatışmalar ve sonuçlar oluşturuyor. Yani, 8 evreye ayrılan hayatımızın her evresinde farklı çatışmalarla karşılaşacağımızı ve bu çatışmaları başarılı bir şekilde atlatmamız gerektiğini söylüyor. Çatışmalarla hangi ölçüde başa çıkabiliyorsak kişilik gelişimimiz de o ölçüde başarılı olacaktır. Bununla birlikte, bir dönemin çatışmalarıyla ne derece başa çıkabilirsek; bir sonraki döneme de o derece hazırlanmış olacağımızı söylüyor. Yaşanan çatışmaları aşamazsak bir sonraki dönemde farklı zorluklarla karşılaşacağımızı ve geriye dönüp, geçmiş dönemdeki çatışmalarımızın bıraktığı hasarları telafi etmekte zorlanacağımızı ifade ediyor. Bununla birlikte Erikson, sağlıklı bir yaklaşım ile bireyin kişilik bozukluklarının sonraki dönemlerde de telafi edilebileceğini söylüyor.” Bu ifade aslında bizlere iki önemli hususu hatırlatıyor; Primer husus yani birincil husus “Herhangi bir dönemin aşılamayan çatışmaları er ya da geç aşılmalıdır. Aşılmayan çatışmalar ömür boyu kişinin psikolojisini tehdit etmektedir.” Sekonder husus yani ikincili Psikososyal gelişim evrelerinde çocukluk ve ergenlik dönemleri oldukça önemlidir. Aslında Sekonder husus en önemli husustur. Çünkü yetişkin bir bireyin çocukluk ve ergenlik dönemi ne kadar sağlıklı geçerse yetişkinlik ve geri kalan hayatı o kadar sağlıklı geçer. İnsanın çocukluk ve ergenlik dönemi yaşadığı olumlu ve olumsuz hadiseler asla unutulmaz. Yetişkinlik dönemine geçiş evresi ve sirayeti de ne tür hadiseler yaşadığına bağlı olarak oluşuyor ve gelişiyor. Spesifik bir açıdan baktığımız da hepimiz aslında ailemizin, çevremizin birer kopyası veya benzeri olabiliyoruz. Peki ya olmayanlarımız? Onlar toplumda her zaman istisnasız dik başlı, asi, kural bilmeyen, ahlaksız vs. gibi çok ağır ithamlara maruz kalıyorlar. Yeryüzünde hiçbir insan asla diğer insanlarla aynı düşünce ve fikir yapısında olamazlar. Bunu kabul etmemiz gerekiyor fakat bu durum bizim ülkemizde henüz kabullenilmiş değil. Toplum yaşadığı bölge ve kabul ettiği dinine göre değişkenlik gösteren bir oluşumdur. Geçenlerde öğretmen bir arkadaşım ile etmiş olduğum sohbette kendisi toplum hakkında düşüncesini dile getirdi. Aynen şu cümleleri kurdu; “Göz önünde olmayı çok sevmiyorum ve tercih etmiyorum. Çünkü çok fazla kendini bilmez insanla aynı toplumda yaşıyoruz.” Bu cümle aslında bizlere çok şey anlatıyor. İçerisinde bulundurduğu anlamlar çok derin etkileyici. Net olmam gerekirse kimsenin kimseye saygısı kalmamış duruma gelmişiz! Öyle farklı bir toplum algısı içerisinde yaşıyoruz ki gerçekten anlam vermekte zorlanıyorum. İnsanı hem manen hem de maddi olarak çok yoran bir patolojik bir durumla yaşamaya çalışıyoruz. Samimiyet ve iyi niyet o kadar güzel kavramlar iken çok uzaklaştık. Bir söz vardı ya; “Kitaplardaki insanları daha çok sevdim” diye. Çünkü o insanlar dışardaki hayattan zararsızlar. İnsanlığımızı yitirdik farkında olmadan veya bile isteye! Yalnızlığa alışan insan kalabalığı sevmez. Aslında yalnız değildir, mutlaka kendisine bir arkadaş, dost edinmiştir. Kimisi müzikleri, kimisi de kitapları... Samimiyet ve iyi niyet o kadar masum ve saftır ki; suistimal edilmeye hazır bir zemini mevcuttur. Doğruya insanların en sevdiği eylemdir suistimal etmek. İçten ve samimi olmayan hiçbir şey benim hayatımda olamaz. Yani olsa da bir anlık gaflettir. Belki cümleler size çok iddialı gelecek ama gerçekler! Bizim toplum olarak en büyük eksikliğimiz ve yanlışımız çocuk psikolojisini anlamamış olmamız. Gerçi anlayamadığımız için toplumsal sorunlarımız bitmiyor ve sürekli yenisi ekleniyor. Sadece çocuk psikolojisi değil genel bir pencereden bakacak olursak insan psikolojisini de anlamıyoruz. İnsana kalbi ve duyguları olan öfkelenebilen bir canlı olarak bakmıyoruz da moral vermemiz gereken bir canlı olarak bakıyoruz. Halbuki insan bazen en dipte bazen de enlerde yaşar duygularını ve hislerini… Evet psikoloji her anlamda önemli fakat asıl olan çocukluk psikolojisidir. Çünkü her şey çocuklukta başlar. Netice olarak çocuklukta sağlam ve iyi bir psikoloji geçiren bireyler gayet sağlıklı ve iyi bir yetişkinlik kazanımı sağlarlar. Bu böyledir. İnsan aslında yaratılış itibariyle pozitif ve negatif olan her kavram yüklü olarak yaratılmıştır. Asıl etken ve sebepleri ise doğduğu yerden başlar yani aile ve çevresel faktörler. Uzun lafın kısası bizim ana sorunumuz şu ki; bizler birbirimizi dinlemiyor ve anlamıyoruz… Unutmayınız! Sana senden başka yardım edecek kimse yokmuş gibi yaşamalısın. Hayat kısa ve zaman dar. Önce kendin için sonra toplum için bir şeyler yap!