Lavinya Dergisi
SÖYLEYEMEDİMIşıkları yakmadım yine, söyleyemediğim gibi, gösteremedim de kimselere bendeki seni. Vanilya kokulu bir mum aydınlatıyor masamı bu defa… Sana ben yeni sözler yazıyorum. Nice yazları, kışları biriktirdim o sözlerde. Baharlar çiçek açtı, yapraklar sarardı, soldu. Mevsimler değişti. Şiirlerimin sahibi değişmedi. Yaslı emektar kalemim bir seni bildi. Söyleyemedim! Düşlerde kaldın bende. Bestelerde aradım. İzledim sessizce. Uzaktan sevdim. Gittiğin diyarlara selam söyledim. Bazen güvercinler bazen martılar gönüllü oldu. Aynı güneşe bakmanın verdiği huzuru iliklerime kadar hissettim. Söyleyemedim! Sırf senin gözlerine benziyor diye denizle dost oldum. Dalgaların dilini öğrendim. Sonra balıkların, balıkçıların. Gökyüzüne de methiyeler dizdim, o da mavi diye. Yine de söyleyemedim! Her doğum gününde köşedeki pastaneden krem karamelli pasta aldım, en sevdiğinden. Mumlar yaktım, renkli mumlara bir yenisini daha ekledim. Senin yerine nice dilekler diledim. Tek başıma kahkahalar attım. Söyleyemedim! Aynalara baktım her gün, değişen yüz çizgilerime, hoş geldin beyaz diyerek saçlarıma düşen aklara, senin ismin söylenince gülümseyen dudaklarıma. Hadi bu defa dene, yolla yazdığın mektupları dedim gönlüme. Hiç olmazsa birini. Söyle. Söyleyemedim! Mor senin rengindi. Öğrendiğim günden beri mor biriktirdim. Dolabımı açınca başka renk göremeyecek kadar kaptırdım kendimi. Açıklısı, koyulusu, çiçeklisi. Yetmedi. Mor menekşe ektim bahçeme. Sokaktan geçen herkes dönüp bir daha baktı menekşelerime. Her gün suladım, konuştum her biriyle. Söyleyemedim! Kırmızı kaplı defterimi açtım. Her zamanki gibi sıradan bir gündü benim için. Bir de taş plağımı tıklattım. En sevdiğin şarkıyı dinledim. Belki beş yüzüncü kez. Hicaz makamındaki. Ve yine yazdım yaslı emektarımla, bu defa ne mektup, ne şiir, ne de güzel sözler. Bir hikâye yazmayı denedim. Ne yazacağımı biliyordum, kahramanlarını da tanıyordum. Lakin sonunu kestiremiyordum. Bizimkisini kestiremediğim gibi. Söyleyemedim! Çok düşündüm. Karar verdim. ‘Söyleyemedim’ demek kaçıştı. Hikâyemin sonunu da aynı kelime ile bitirdim. Ve beklenen itirafı kendime ettim. “Ben nice yazlar, kışlar biriktirmeyi, güvercinlerle dertleşmeyi, denizi, gökyüzünü, renkli mumları, mor menekşeleri, saçlarıma düşen akları, sonu olmayan hikâyeleri, hicaz makamını sevdim. En az senin kadar, belki de senden çok. Aşkın ilk haliydi beni mum gibi eriten. Kalemimi dile getiren. Benim masalımdı hüzün, benim oyunumdu yaşadıklarım. Söyleseydim oyun bozulacaktı. Söyleyemedim!”