Lavinya Dergisi

DON KİŞOTÇULUK
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Hayaller ve gerçekler. Daima hayal kuranlar, gerçekten vazgeçmeyenler. Mantıkla sarmalananlar, düş dünyasında bile düşman yaratıp, onunla mücadele edenler. Boşa adımlar veyahut yanılsamalar. Ayaklarını sağlam basmayı öğütler kitaplar. Düş mü? Düş kurmayı da anlatır masallar. Vazgeçmemeyi seçer çoğu yıldızlar. En güzel tezat örneğidir, krallarla, haydutlarla, düşman ordusu diye nitelendirdiği koyunlarla savaşan Don Quijote ve saf uşağı Panza’nın yaşadığı maceralar. İnsanoğlu kahramanımız gibi kendisini dev aynasında görür de diğerleri hep haksızdırlar. Sözde mütevazı başlangıçlar. Onlar en güzel, en iyi, en başarılı oklarını üzerine çeker ve kendi doğrularıyla yaşarlar. Asıl adı Alanso Quijano olan, bizim bildiğimiz adıyla Don Kişot, ellili yaşlarda bir aristokrattır. Şövalye kitaplarına bayılır, o kadar çok okur ki sonunda delirir. Fakat bu delilik sadece takıntılı olduğu şövalyelik alanındadır. Diğer tüm meselelerde son derece zekidir. En iyi şövalye odur, hatta son şövalyedir. Dedesinden kalan zırh, kılıç gibi aletleri temizler, atlar sıska atına, komşusu Panza’ yı vali yapma sözü vererek kandırır, çıkar yola. Resmi şövalye olabilmesi için bir başarı elde etmelidir. Kendine bir de asil eş seçmelidir. Yolda gördüğü çirkin köylü kızını asil ve güzel görür, katar yanına. Bu uğurda yapmayacağı şey yoktur aslında. Hanlara girer, insanlarla tanışır. Birçoğu zararsız bir deli olduğunu sanır, uzaklaşır. Günler geçer, yol gider. Sonunda yoldaki yel değirmenlerinin insanlara kötülük yapan devler olduğuna karar verir. Değirmenlere saldırır, yaralanır. Yaveri durumu açıklasa da anlamaz. Kafasındaki rüyaya inanır. Yel değirmelerine, koyunlara, şişelere derken düşmanı artar. Buna benzer birçok olaydan sonra köyün rahibi ve berberi onu bir kafese koyup eve götürür, iyileştirmeye çalışır. İyileşince tekrar yola revan olur. Sonunda bir düello yapar; kazanan diğerinin arzusunu yerine getirecektir. Sahte şövalyemiz kaybeder, evine dönmesi ve silah taşımaması emrini alır. Tüm hayallerinden vazgeçer ve mecburen köyüne döner. Cervantes’in romanı tarihte yerini alır. Kitap bir idealizm-realizm çatışmasıdır, şeklinde yazılır. Modern Avrupa’nın ilk romanı kabul edilir, alkışlanır. Başkalarını eleştirmekten kendi düştüğü hataları göremez insan. Hayal kuranı kıskanır içten içe. Türlü fesatlıktan özünü tanıyacak fırsat bulamaz çoğu zaman. “Bütün âşıklar biraz deli midir?” Belki! Arzular kilitli. Bu sebeple kimse kimsenin gönlünde yatanı bilemez. Hiç düş kurmamakta kabul edilemez. Zararsızsa hayalperest, eleştiriyi mi hak etmez? Seyisten vali olur mu? Yel değirmenleri düşman sayılır mı? Don Kişot boşuna mı maceraya atıldı? Akıl vermeye kalkar aklı olmayan bile lakin ütopya suç sayılır mı? Dünyada bu kadar kötülük varken; gerçekleri yok sayarak bir kaçış dünyasına varılır mı? Basit bir hicivle başlayan hayaller, insanı hayattan uzaklaştırır mı? Günlük hayatta şövalyeler var mı? Cesaret mi? Bilgelik mi? Kişot’tan ne öğrendik? Boyumuzdan büyük işlere kalkışmamayı mı? İşler başımızdan büyük olsa bile, kalkışmak gerektiğini mi? Soruların cevapları bireye göre değişir. Fakat asıl düşündüren “Donkişotluk iyi bir şey midir, kötü bir şey midir?” Ey okur; bu suale içten bir cevabın var mı?