Lavinya Dergisi
İNCİ KÜPELİ KIZİllüzyon; diğer değişlerle gözbağı, yanılsamak. Algının yetersiz kaldığı durumlarda boşlukları beyinle doldurmak. Suyun içindeki nesneleri olduğundan büyük ya da küçük görmek. Karanlıkta net görüş alanı olmadığı için varlıkları başka cisimlere benzetmek. Çeşitli resimleri farklı anlamlandırmak. Aldatıcı görüntü, hayal, sihir, büyü… Yüzyıllarca toplumlar illüzyon kelimesini kendilerine göre yorumladı. Hayatı tam da bu kelimeye benzetenler oldu. Nesiller zaman geçse de yanıldı durdu. Gelmiş geçmiş en büyük yanılsamaysa kusursuzluktu. İnsanoğlu yaşarken kandırıldığını fark etti lakin çoğu kez hilenin tekniğini çözemedi. Kimi okyanusu kırmızı gördü, kimi de terk edilmiş evde ayak sesleri duydu. Dünyayı kâbusa çevirenlerle karşılaşıldığı gibi, yıllarını panzehir aramaya adayanlarda oldu. Düş kurmak güzeldi ama daima hayalperest kalmak şuursuzluktu. Birey ister sonuç odaklı düşünsün ister süreç odaklı, evren illüzyonla doluydu. Gözün kesiştiği her yerde yanılsama saklıydı. Çılgın efektlere inanmak hafızanın kendi seçimiydi. Oysa bakış açısı salt yorumdu. Kuzguna anlam yükleyenle, onu sıradan bir karga olarak gören iki benzer ruhtu. Şu şahane tablo; “İnci küpeli kız” adından anlaşılacağı gibi odak noktası bir inci küpeydi. Eser 1902’den beri Lahey’de, Mauritshuis’te sergilenmekteydi ve çeşitli edebi cümlelere konu olmuştu. Asıl illüzyon konusu modelin taktığı küpenin inci olup olmadığıydı! Resim gizemliydi ve dönemin Rönesans’ı olarak bilinen ülke Hollanda’da doğmuştu. Ressam Johannes Vermeer tarafından yapılmıştı. Bazıları bizzat Vermeer’in kızını resmettiği tahminini yapsa da kızı o yaşlarda küçüktü. İnci küpelinin ailenin hizmetçisi olduğu konusunda daha net bilgiler öngörülüyordu. Tablo esasen oldukça minikti. 44,50-39 cm genişliğinde bir tuval üzerine resmedilmişti. Bu kadar küçük bir yüzey üzerinde yapılan ayrıntılar onu değerli kılıyordu. Fakat tezat fikirlerde çoktu. Yıllarca aslında ortada inci küpeli kız olmadığıyla ilgili araştırmalar sunuldu. Tezler savunuldu, görüntü yakınlaştırıldı, uzaklaştırıldı. Arka fonun siyah değil, yeşil perde olduğu bir başka iddiaydı. Konu üzerine çok şey yazılıyordu. Örneğin dönemde inci çok az bulunuyordu ve sadece çok zenginlere mahsus bir takıydı. Küpe ya Venedik’ten gelen cam inciydi ya da gümüşten yapılmış ve inci şekli verilmişti. Yani tamamen yanılgıydı. Algı öyle seçiyordu. 17. Yüzyılda yapılan tablodaki ayrıntılar yüksek ihtimalle illüzyondu! Bugünlerde ise “umut en büyük yanılsama” sözü kulaklarda. İnci küpeli olmasa da tablolar yapılmakta. Dijitalleşme had safhada. Her şeyden çabuk bıkılmakta. Şıpsevdilik moda. Seksenler ve doksanlar mumla aranmakta. İnsanoğlu yanılsamaya sığınmakta. Bir nevi kaçış planlanmakta! Aklın çeşitli ürünleri günbegün çarpışmakta. Kimine göre “mutlu son” sadece masallarda. Üç elmaysa bütünüyle şaşırtmaca. İyisi mi kıymeti bilinsin, gözbağı olmadan insan seven varsa. Nitekim şüphe de bir illüzyon. Eklensin listeye tutku, düş, aşk, delilik, para… Gün bakmak ve görmek farkıysa! Tuval, doğum, palet, yaşam, model, poz, ölüm, boya… Sergilenen müzeye gidemese de tüm sanatseverler, selam olsun Hollandalı Mona Lisa’ya…