Lavinya Dergisi
KIRLANGIÇ ÖMRÜPencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız? Kaç insanın değerini bilmediniz? Karşınıza çıkan kaç fırsatı teptiniz? Yarın, diyerek kaç hayali ertelediniz? İnsanoğlu uçsuz bir deniz! Ama birçoğu; hep elinde kalacakmış gibi hayatı seyretmiş ve göçmüş ve gitmiş… Hikâye şu ki; günlerden bir gün kırlangıcın biri yalnız ama çok meşgul bir adama âşık olmuş. Tüm cesaretini toplayıp penceresine konmuş. Küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş. Tık… Tık… Tık… Adam cama bakmış. Ama işleri ile uğraşıyormuş. Meşgulmüş! Sözüm ona yalnızlığı ile mutluymuş! Kimmiş onu rutininden alıkoyan? Açmış camı şaşkınlıkla bakmış. Bir minik kuş. Konuşmuş kırlangıç, lafa girmiş hemen: - Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedenini bilmiyorum. Nicedir gizlice izliyorum. Lütfen beni içeriye al. Adam birden parlamış: - Yok daha neler? Durduk yere nerden çıktın şimdi? Olmaz! Sen bir kuşsun. Kuş insana âşık olmaz. Hem benim çok işim var. Hayatımda kimseye yer yok. Kuş pes etmemiş. Birkaç gün sonra bir daha gelmiş. Yine aynı şeyleri söylemiş ve aynı cevabı almış. Kuş gel zaman git zaman bu duruma devam etmiş. Fakat artık son kez gelmiş. - Bak soğuklar başladı. Üşüyorum dışarıda. Al beni içeriye. Yoksa sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Soğukta yaşayamam. Pişman olmazsın. Seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, yalnızlığını paylaşırım. Adam bu yalnızlık meselesine pek içerlemiş. Ama ne olmuş? Sessizlikte kafasını dinlermiş veyahut öyle hissedermiş. Yine kırlangıcı kovmuş. Halinden memnun olduğuyla ilgili birçok söz de söylemiş. Kaba, saba bağırmış. Kuş gagasını önüne eğmiş ve gitmiş. Aradan zaman geçmiş. Fakat adam kendini kuşun gelişini ararken bulmuş. Hayıflanmaya başlamış. “Hay benim akılsız başım, ne kadar aptallık ettim. Beklenmedik bir anda hayatıma ortak olacak bir nefesi geri teptim. Böyle kös kös oturacağıma iki sohbet ederdim.” Sonra düşünmüş; nasılsa altı ay sonra dönecekmiş. “O zaman içeri alırım. Biraz daha yalnızlığımın keyfini süreyim.” demiş. Bir taraftan da gözü yollarda beklermiş. Yazın sonuna kadar penceresini, belki girer umuduyla açık tutmuş. Lakin yaptığı boşuna bir işmiş. Kırlangıç yokmuş! Hayal kırıklığı bedenini büsbütün sarmış. Acaba başka bir arkadaş mı bulmuş? Diğer kırlangıçlara bile sormuş ama onu gören olmamış. Adam endişeli ve meraktaymış. Sonunda dayanamayıp bilge bir kişiye gitmiş. Durumu anlatmış. Bilge kişi gözünü ona dikmiş ve şu kelimeleri sarf etmiş: - Yahu koca adam bilmez misin kırlangıçların ömrü altı aydır. Belki kırlangıç değil insanoğlu ya da camına kuş konmadı. Ne fark ederdi? Mutlaka sevdi. Muhakkak erteledi, öfkelendi, gönül kırdı, mış gibi yaşamayı bildi. Neticesinde yarının ne getireceğini ön göremedi. O sadece bir kul idi. Neden sandıktaki saten nevresimleri sermedi? Çok severek aldığı kırmızı rugan ayakkabısını giymedi? Sokaklarında gezmek istediği şehre gitmedi? Çiçek sulamadı? Dans etmedi? Bağıra çağıra şarkı söylemedi? Çok sevdiğinin hatalarını bile affetmedi? Eften püften her şeyi dert etti? Büyük aşkını gurur kisvesiyle yitirdi? Kime sonsuz hayat biçildi? Badem gözlü olmak için kaybetmek mi gerekli? İnsan “Şartlar uygun olmadı!” bahanesini sevdi ve benimsedi. Adam nice zaman sonra pişman oldu ama bilemedi. “Oysa hayat; Aşkını haykıran kırlangıç ömrü misali…”