Lavinya Dergisi

DUDU KUŞU
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Şu meşhur yılanı deliğinden çıkaran “tatlı dil” insanoğluna neler yaptırır şaşılmaz ve dahi günümüzde kalan mevcut sayısı nedir bilinmez. Gönül alıcı, kırmayan ve hoşa giden söz biçimi olarak izah edilir, aksi söylenmez. Dil demişken; Dodo kuşu (Dudu kuşu) ile de yarışılmaz. Dudu dilli namına şarkılar yazılmıştır, inkârı olmaz. Gelelim sözün özüne; severiz hikâyeleri. Mesnevi’de Mevlana’nın anlattığı öğütler kulak ardı edilmez. O vakit başlayalım tatlı dilli dudu kuşuyla esnafın masalına. Çıkartalım dersleri oturtalım gönül bağına. Kalp kırkmaktan, ekşi sözden tutun da temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutmasına kadar nice manaları sarmalar özü. Sadece gören bilmez, yürek körlüğü bakmayı gerektirmez. Evvel zaman içinde kimler kimler yaşadı. Bazı kahramanlar görünmez. İşini aşk ile yapan kalem ehli okunur. Cümlelerde aranır gizli anlam ki geçilmez. Beşikler tıngır mıngır sallanırken bir bakkal ve dudusu vardı. Yeşil, güzel sesli, şarkı söyler bir kuştu. Dükkâna bekçilik yapar, aynı zamanda gelen müşteriyle hoş beş sohbet, latife ederdi. Sırf dudu ile konuşmak için akın akın gelen insanlar olurdu. Böylece işler artar, bereket saçılırdı. Derken esnaf bir gün evine gitti. Ansızın fare tutmak için sokaktan kedi dükkâna sıçradı. Duducağız can korkusundan bir tarafa kaçtı. Kaçarken gülyağı şişesini de döktü. Esnaf geldi, bir de ne görsün her yer yağ içinde. Elbisesi de yağa bulandı. Dudunun başına eline geçen bir sopayla vurdu. Dudunun o an dili tutuldu, başı kel oldu. Günlerce sesini kesti. Bakkal yaptığına çok pişman oldu. Hem dudusu kel oldu hem sustu. Müşterilerin de dükkândan ayakları kesildi. İşler azaldı durdu. “Ah elim kırılsaydı da o güzel sözlünün başına vurmasaydım.” dilinden düşürmediği cümle havada asılı kaldı. Yetinmedi, yoksullara sadaka verdi, dualar etti. Yine bir gece bu kuş ne zaman konuşacak diye tasa edip dururken, ansızın şaçsız kafasıyla kel bir derviş dükkâna girdi. Dudu hemencecik dile gelip; “Ey kel, neden kellere karıştın; yoksa sen de şişeden gülyağı mı döktün?” diye ona sordu. Halk bu kıyasa çok güldü. Çünkü dudu; hırka sahibini kendisi gibi sandı. Hikâyeler ve masallar dilden dile farklı anlatılsa da kulaktan kulağa misali değişerek aktarılsa da teşbihte kusur aranmasa da nicelik manada. Seçersin bünyene sana yakışan incelikleri takarsın yakana. Misal; bir yaban arısı vardır, bir bal arısı. İkisi de aynı havayı koklar. Aynı çiçeklere konar. Birinden iğne hâsıl olur, diğerinden şifalı bal. Şaşar kuş şapka çıkarır dilini açan saçsızlığa. Asıl olan insandaki dudunun nefis olduğu baki kalsa da kul her daim ona sahip olamasa da gevezeliği maharet sansa da sadece kelamı dolu olanın dinleyeni çoktur etrafta. Gül yağını mı döktü? Atar tokadı insanoğlu en sevdiğine bile hiç beklemediği anda. İster dudu de ister nefis. İster herkesi kendin gibi say ister yabancı. Aşka anlam yüklerken bile saflık bezen. Unutma ki; bakkaldaki pişmanlıktır, sonun olunca avcı…