Lavinya Dergisi

AĞUSTOS BÖCEĞİ VE KARINCA
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Kulağımıza çalınan sözler vardır. Anlatımlar, masallar, söylentiler... Şu dilden dile; fısıltılı veyahut gürültülü gelen sesler. Sen, ben, o, biz, siz, onlar. Tekil ve çoğul şahıslar. Miş, mış ve muşlar. Çünkü şöyleymiş ile devam eden yargılamalar. Belki tek kelime fikrimiz olmadığı insanoğulları hakkında dahi inandırılanlar. Konuşulanlar, haset balonları, taarruzlar! Görmek ve bakmak misali hayat. Bilmek ve bulmak temsili dimağ. Ya salt duyduğunu saçarsın, benzersin zehirli engereğe ya da diğer bir seçenekse, gerçek hikâyesini öğrenmeden koymazsın hiçbir şeyi heybene. Başlayalım o zaman; dönelim geçmişe selam olsun La Fontaine’ ne. Büyüdük; lakin bilmedik. Hazıra konmak keyifliydi; öğrenmedik. Mesela yıllarca Ağustos böceklerinin hakkını yedik. Yaz aylarında saz çalıp şarkı söylettik. Kışın karıncaya muhtaç bırakıp, maskara ettik. Ne de olsa duyduğumuza inanmaya çok alışıktık. Keşke azıcık araştırsaydık. Ağustos böceği gibi, belki pek çok canlıyı başka koltuklara oturtacaktık. Konunun özüne gelince; birçoğumuz şaşıracaktık. Dişi ağustos böcekleri yumurtalarını ağaçların taze dallarının içine bırakır. Hayata gözlerini açanlar, belli bir zaman ağacın özsuyuyla beslenir. Ağzı ve uzuvları güçlenince toprağa düşer, kazdıkça kazar ve toprağın altına gizlenir. Bu saklambaç oyunu on yedi yıl kadar sürer. On yedi yıl güneş görmez, toprak altında tüneller kazar, ağaç kökleri ile beslenir. Yaşam mücadelesini bu şekilde verir. Pes etmez. On yedi yıl sonra yeryüzüne çıkar. Sıcak Ağustos güneşinde kabuğunun yırtılmasını bekler. Ancak ne yazık ki sadece dört hafta ömrü kalmıştır. Bu dört haftayı eş aramakla geçirir ve doğduğu ayda yine hayata veda eder. Bu yüzden kış ayı için yiyecek biriktirmez. Dolayısıyla sadece Ağustos’ta öter. Bir nevi şarkılar söyler. Kısacık hayatı biter ve gider. Oysa karınca, Ağustos böceği derken… Velhasıl böyle değildi ki! Hani daha aç kalıp karıncadan yiyecek isteyecekti! Ben, sen, o, biz, siz, onlar. Tekil ve çoğul şahıslar. Adı geçen insan; sen hiç ağustos böceği gördün mü? Seslerini işittin mi? Bilinmez! Ama kimse dışarıdan göründüğü gibi değildir. Ruhun ötesi yansımaz. Yangınlar, savaşlar, yaralar, nedenler sıralıdır hanesinde. Anlatmaz! Aklın, kalbin ile arana duvar örmesin sakın. Kimin ayağına kaç çakıl taşı değdi. Sayılmaz! Karıncaları da severiz elbet. Çok çalışkandırlar. Aksi ispatlanamaz! Şu yolcu bedenle, bilmeden yargılamak dehşeti sinmesin üzerinize. Ağustos böceğinin bilinmeyen hikâyesini hatırlayın nice sessizliği bozmadan önce. On yedi yıllık karanlığı; azim ve emeği, kısacık günlerini. Tembellik değilmiş onunkisi. Dinleyin ne hoştur. Esen meltemler eşliğinde nice yaz akşamında; titreşen kanatlarındaki varoluş vızıltısı.