Lavinya Dergisi

NE KADAR KOLAY
Osman YAVAN

İnanıyorum ‘‘ Elbet Bir Gün! ’’ İnsan dünya’ da ne için var olduğunu anlayacak…

Ne kadar kolay öyle değil mi? Hayatımıza almak istediğimiz insanların duygularını, düşüncelerini, fikirlerini, hislerini hiçe sayarak davranmak. Doğruya vicdanının sesini duymak istemeyen bir insan için her şey çok kolay. Pek kıymetli ve değerli lavinya okurları bugün sizlere bir aşk hikayesinden geri kalan duygu ve hisleri sizlerle paylaşmak istedim. Gelin hep birlikte hikâyenin kahramanından neler yaşamış okuyalım... Artık unutmak isteyip istemediğinden de emin değilim tam kafama koysam unutmak istiyorum desem unuturum bunu biliyorum ama işte emin olamıyorum ya da o istemediği için olmuyor. Her ne kadar ağzı öyle söylese de gönlü öyle söylemediği için uzaklardan rüzgârın bana getirdiği o kalbinin sesi ile dilinden dökülen sözler aynı şarkıyı söylemiyor. İşte tam burada beliriyor akıl ile kalbin arasındaki belirsizlik. Nasıl olduğunu bilmiyorum, görmüyorum ama hissediyorum galiba. Neşet Ertaş'ın sen benimsin ben seninim dediği noktada kalpten kalbe bir yol vardır. Göz ile görülmez dediği bağı yakalamış olacağız ki ben senin kalbinin ritminin nasıl değiştiğini acının hangi ritimlerle bir bozuk keman sesi gibi ses çıkardığını... Çok mu mânâ yüklüyorum acaba... Yoksa her şey çok mu basit ve anlamsız zaten... Artık numara yapmaya başlayacağım insanlara mutluymuşum gibi gözükeceğim. Kadınlar zor bir şey istemiyor aslında genelleme yapmak doğru değil ama bir kadın ne ister ki? Sorunun cevabı çok basit aslında. Sevmek, sevilmek, şefkat, saygı, sohbet, muhabbet, ilgi ve en çok da bırakılmamak ister… Zor değil! Bir ilişkide kadın, adamın hayatının neresinde olduğunu bilmek ister. Kadınlar daima netliği savunurlar ve isterler. Kadınlara göre belirsizlik değersizliktir... Tomris Uyar'ın dediği gibi "Biz kadınlar cesur adamları severiz. Akışına bırakıp kenarda bekleyenleri değil. Gidişatı değiştiren, yön veren bahaneler altında ezilmek yerine çözüm üreten adamları." Terkedilmelerin, insanların gitmelerinin meşhur olduğu topraklarda büyüdüm ben. Benim için çok da zor değil aslında vedalar çünkü ben daha 5 yaşındayken yüzleştim bu duyguyla. Ömrüm bulunduğum her yeri gurbet hissetmekle ve hayata geliş amacımı araştırmakla geçti. Ben varoluşumu anlamakla uğraştım ama saf bir pencere açtım kendime… Anadolu çocuğu gibi onun adı da: "sevgi" Benim için bu hayatta onun üstesinden gelemeyeceği bir şey yok ve bir yerde sevgi varsa tüm yüklerin omuzlanabileceği düşüncesi vardı. Belki bu devirde kaldı mı bu ya da peri masalında mıyız sen ne diyorsun diyebilirsiniz. Ama ben bir tek duygunun kirlenmesine müsaade etmedim. Onun adı da sevgi. Lütfen onun da adını kirletmeyin kirletmeyelim... Umut, umut etmek benim her daim içimde bulundurduğum duygudur. Bir kitapta okuduğum da umutsuzluğun asıl problem olduğunu ve her zaman umut eden insanlardan olmamız gerektiği düşüncesini söyleyince aslında yanlış bir şey yapmadığımı fark ettim tâbi ama umut nasıldır? Birçok şekilde açabiliriz. Lakin umudun kesildiği yerlerde vardır ya da kesilmek zorunda bırakıldığı yerler... Ben bu yüzden vazgeçemiyorum bu iki duygudan birisi umut diğeri vazgeçmemek ben bu hayatta ne istediysem eğer eminsem kendimden son ihtimaline kadar çabaladım, bırakmadım ardını arkasını. Hayallerimin peşinden koştum kanatlarımı kırsalar dâhi uçma hayalimden vazgeçmedim. “Kader gayrete aşıktır” bilir misiniz bu sözü? Ne kadar anlamlı ve net bir söz öyle değil mi? Bu söz tam anlamıyla benimsemişti beni ve bu yüzden çok sitemliydim bu konuda. "Kimse dönüp de bana vazgeçmekten, geç kalmaktan bahsetmesin" Geç kalınmışlık lügatımda yoktu benim hiç sevmediğim bir kelimeydi çünkü anlam veremedim. Aslında hayatta hiçbir şey için geç kalınmışlık yoktur. Her şey zamanı gelince zuhur eder. Mesela bahçede ki gülün açmak için ilk baharı, yazı beklemesi gibi. Mesela nefesi tükenmiş canlının Azrail’i beklemesi gibi. Bu hayatta mümkün olamayacak ve istenilince belli çerçevelerde yapılamayacak bir şey yoktur. Bu sebepten ötürü her zaman sonuna kadar gitmeyi ve savaşmayı ahlak edindim kendime… Son nefesini vereceğini bilse bile bırakmazdım bırakanlara da bir türlü mânâ yüklemedim zaten. Çünkü hayatımda duyduğum en saçma cümleydi; bir ayakkabı düşünelim sana satılırken bunu biraz giy başlarda acıtabilir ama sonra açılacaktır ve çok rahat edeceksiniz denildiğinde sen ayağındaki ayakkabı iki hafta sana acı verdi diye sonra rahatlığını verecek olurken sen benim ayağıma iki hafta acı verdin geç kaldın artık senin rahatlığını istemiyorum diye ayakkabısız mı yürüyeceksin? Gülü seven dikenine katlanır misali... Zamanı tutabilecekken bırakmak mantıklı gelmiyor... Mesele zaten zamana bırakmak değil zamanla bırakmamak... “Bozkırın gitmeleri meşhur derlerdi de inanmazdım yarım kalmaları...” Ya da hiçbir şeyi umursamadığını, eğer olsaydı her şeye göğüs gererdi olacak olan. Benim zorlamamla, ittirmemle olacaksa olmasın. Kendimi hatırlattığım sürece var olacaksam zaten unutulayım. Vazgeçmeyi de bilen aynı kadındır hafife almayın Allah’ın emaneti olan kadını... Bazen bir iç çekiştir kalbinin acısını sen dile getirmesen de kıyısına vurduran... Hayat bazen acımasızlığını resme bakarken fenerini onca güzelliğe değil de oradaki tek bir masum kusura çevirir... İçimde hem taşan bir deniz var hem de onu sakinleştiren bir kum... Böyle sirayet etti işte senin ruhun bana gelgitin hediyen oldu ... Neden bir insan yüreğinde olan şeyleri açık saçık söylemez ki? “Dostoyevski” Kalbinin verdiği acının ağırlığını içine atma, dışa vurmak zor olmamalı birlikte aşılamayacak bir dağ yokken sen o görünmez dağları duvarları oluşturuyorsun... Kolay vazgeçişin hiçbir manası yok çünkü bir tane mantıklı açıklaman yok taşlar oturmuyor yerine... Çok mu zor seni seviyorum demek, geri dönmek çok mu zor ben nasılsın dediğimde; -Hoş geldin seni çok özledim. -Sensiz kötüyüm nasıl olacağım. Demek çok mu zor... Ben sana bakınca seni görmüyorum ki ruhunu görüyorum... içindeki çocukluğunu, hayal kırıklıklarını, sevdanı, umutsuzluğunu, boyun eğmelerini, vazgeçmelerini, neşeni... Ben sen de o cevheri gördüm. Ben senin bataklıklarda batmana müsaade edemezdim edemedim. Ben orda açan bir nergis olmak istedim seni bataklığa sürükleyen değil... Dikenin değil Gül'ün olmak istedim... Ben senin hayatını anlamlandıran hayata geliş amacını anlamaya yardımcı olan sebep; vesile olan olmak istedim, Hayatının anlamı olmak istedim... Ben seni güzelleştirmek istedim... Artık yüzüme masum bir tebessüm yerleştirdim her şeye gülümseyen... Söylenecek çok söz var ama neyse...