Lavinya Dergisi

KAZIN AYAĞI
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Her şey göründüğü gibi midir şu hayatta? Veyahut bakmak ve görmek aynı şey midir? İnsan neyi algılamak isterse onu mu algılar? Algı denilen olgu ya da karar vermek aynı olay karşısında; sana farklı bana farklı mıdır? Esas benzer olsa da… “Kazın ayağı öyle değil.” sözü de dilimize pelesenk yapmıştır mesela. Peki nasıl? Ne var o kazın ayağında? Kaz sana kaz da, bana ördek mi görünür oysa? İşte bahsi geçen cümle de gerçekte böyle değil. Değişmiş ve dönüşmüş fütursuzca. “Kaziye-i anha öyle değil.” Yani; “Kaziye” Arapça kökenli, “Hüküm, kesin yargı.” anlamında, “Anha” da “O, onun”. Sözün özü “Onun yargısı öyle değil.” açıklamasıyla. Bir başka deyişle; onun kararı farklıdır. O farklı düşünüyor anlamına gelen bir deyiştir. Herkes aynı yöne bakamaz ne de olsa. Kelimeler değişse de; üzerine pek çok hikâye bile yazılsa. Buyurun size bir Nasrettin Hoca. Hikâye bu ya; Nasrettin Hoca bir gün kümese dalar. İrisinden kocaman bir kaz yakalar. Keser ve kızartır. Tencereye koyar ve padişaha götürmek üzere yola çıkar. Et kokusu cazip gelir. Hoca kazın bir budunu mideye indirir. Karadut yaprağıyla ellerini bir güzel temizler. Padişah tencereyi açar. Kazın tek ayaklı olduğunu görür. Kendisi topal olduğu için bunun kasıtlı yapıldığını düşünür. Hoca anlar ona kızıldığını hemen söze dalar: “Ulu Hakan’ım, bizim Akşehir’in kazları hep tek ayaklıdır. Çeşme başındaki kazlara bir bakın.” der. Padişah kazların çeşme başında tek ayakları üzerinde uyuduğunu görür. Kazları kovalama emri verir. Kazlar dörtayak üstüne kaçar. Bunun üzerine hemen Hoca’ya sorar. “Kazın ayağı öyle değil. Hani kazlar tek ayaklıydı?” Hoca cevap verir: “Vallahi Hakan’ım, eğer o değnekleri size verselerdi tövbeler olsun, siz bile oradan dört ayakla kaçardınız.” İster kaz olsun ister kaziye-i anha, kulaktan kulağa yayılıp sana gelen seste; seninle benzer olmayan görüşte, sonucu farklı çıkan sözde, dost gibi görünen yüzde, aynı anlamı aramak ne kadar da manasızsa, hüküm vermeden önce; sessizliği dinle. Konuşmadan önce; fikrini eyle. Dilini; sessiz kalmanın, bir şey bilmediğin anlamına gelmediği gibi, çok konuşmanın çok şey bildiğin fikrini ortaya çıkarmamasına bağla. Aklını; bugün içtiğin suyun, yarın boğulmana neden olabileceğine odakla. Ateş de yakar; yargısız infaz da. Sakın görünüşe aldanma! Kimse göründüğü kadar iyi, bahsedildiği kadar kötü olamaz. Kazın ayağını anımsa! Şimdi dilersen Kazın dört ayaklı olduğuna inan, dilersen dört ayakla kaçtığına… “Kaziye-i anha öyle değil.” O farklı düşünebilir, fikir dediğin çarpışma.