Lavinya Dergisi

KARACİĞER FALI
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

“Ciğerini bilirim.” Yahu nasıl? Açılır mı? Koklanır mı? Tüm insanoğlunda boyutu aynı mı? Tarifi nerden gelir? Bu bilgiçliğin özü nedir? Birde yetmez eklenir. Ciğer parem, can ciğer dostum, ciğerimin köşesi, ciğerini okumak. Veyahut şu malum “Ciğeri beş para etmez.” sözü. Pahasını kim biçer? Sahi kaç para eder? Meşhur karaciğer falına geçersek… Nasıl bakılır? Merak ve kanlı canlı ciğer! Şimdi fala bakamasak dahi gidelim geçmişe. İlk insanlar karaciğerin ılık ve bol kanlı görünümünden etkilenmişlerdir. Ilık kanı hayat, yokluğunu ise ölüm olarak kabul etmişlerdir. Karaciğer ılık kanı yarattığından dolayı hayatın merkezindedir. Belki de karaciğerin şekli ve natürel farklılıkları eski insanları etkilemiştir. Hitit Kralı 1. Hattuşuli’nin Vasiyetnamesinde “Sizin karaciğeriniz, dalağınız, duygunuz bir bütün olarak düzenlenmiştir. Üstünlük taslamayın, aranızdan hiçbir düşman çıkmasın…” şeklinde devam eden cümlesindeki anlamlar ciğerle ilgili onlarca atasözünün bugüne gelmesin de etkili olmuştur. Ciğer muhabbetimize bir açıklama getirelim. Hititlerde karaciğer falı, geleceği okumak anlamında kehanet amaçlı kullanılmazdı. Olmuş bir olayın nedenlerinin araştırılması üzerine kuruluydu. Babil ve Etrüsk falcılığında ise geleceğe yönelik olacak olanlar için tayin edilirdi. Peki, kahve yok, papatya yok, küre yok, tarot kâğıtları yok. İnsanoğlunun karaciğeri yerinden çıkarılıp mı bakılırdı? O zaman ortada insan kalmazdı. Hayır! Bu aşamada bir koyun devreye girerdi. Fal talep eden kişiye; onun için kesilen koyunun karaciğeri getirilir Babillerde “Baru” adı verilen kişiler, ciğer üzerinde çeşitli numaralandırmalar yaparak anlatmaya başlarlardı. “Neyse halin o çıksın falın.” diye söze girdiklerini tahmin etmesek de, ciğer üstündeki beyaz lekelerden, safra kesesinin çok sıvı oluşuna kadar, savaş, açlık, kıtlık, yağmur yağıp yağmayacağı gibi pek çok konuda yorumda bulunurlardı. Geçelim antik Yunan’a; yine erdem, sadakat, cesaret gibi iyi sayılan özellikler hep karaciğere atfedilirdi. Yani karaciğerin sağlamsa kimse seni tutamazdı. Nitekim Yunan mitolojisinde Promethus’un cezasının kalbinin değil, karaciğerinin bir kartal tarafından deşilmesi ve yenmesi yiğitliğin kalpte değil, karaciğerde olduğunun resmine bir örnekti. Üstelik Platon, insan vücudunda ki organların görevlerini anlatmaya başladığı bir diyaloğunda da bir şeylere iştah duyan ruhun akıl tarafından karaciğer vasıtasıyla korkutulduğundan bahseder, tespitin içerikleri epeyce yazılmış, çizilmişti. Çeşitli tarih bilgileriyle örnekler artırılabilir. Lakin yeterli. İyice anladık ki karaciğer her dönemde önemliydi. Ah ciğer! Kim bilir ne kadar dertliydi? Merak ve kanlı canlı ciğer! “Eşek at olmaz, ciğer et olmaz!” denilse bile, elde dizilmeye hazır mangallık şişler. Kimisi hep iştahla tetikte bekler. Acaba ruh ve kalp, yükü taşımayınca yarısını ciğere mi böler? Kim kimin ciğerini dağlar? Sever. Sevmez. Can ciğer olur. Olmaz. İşte bu bilinmez! Görülmez! Belki okuyabilse başkasının ciğerini göz, işte o vakit ciğeri olduğuna bile inanmaz. Büyülenmez. Kediye emanet eder de ciğerini, insanoğlunun böyle yakacağını bilse sevdalanmaz. Durmaz fal mı bakar? Öfkeyle kendini mi yakar? Her seveni beğenmez. Tecrübe etti defalarca ama yetinmez. Akıl konuşur; “Söküldü ciğerin dur. Sade kaşla, gözle yola çıkılmaz. Selvi boylu olurda ciğeri uygun durmaz!” Aşk; aşk telkinleri duymaz. Bir değişik ciğer meselesi bu; aman ha savaşılmaz. Ne diyelim de bitirelim; sağlam karaciğerliler çıksın karşınıza. Her ciğere güven olmaz.