Lavinya Dergisi
SESSİZ ÇIĞLIKÇocukluğum… Ve çocukluğumun geniş saatlerinin geçtiği büyük salon. Salonun içinde el oyması koca vitrin… Vitrinin içinde tek antenli küçük radyo. Radyonun içinden gelen o renkli sohbetler, kadife türküler, sesler… O sesler ki bizim seslerimize karışan, çığlık çığlığa sobelemece, körebe ve kahkaha… Annemden gelen “Sessiz olun çocuğum!” emirleri, emre itaat edilmezse fırlatılan terlikler. Hep ıska gelse de topuklar, sitemler, sitemler… “Anne ben bağırmadım ki, kardeşimdi o gürültü yapan.” şikâyetleri. Oda tutmazsa ‘Radyodan geldi o ses, biz yapmadık.’ şeklindeki ezbere sözcükler ile kabahatten sıyrılma çabaları… Çocuk aklı işte o salonda, o vitrine ve radyoya bakarken, hunharca sesini açarken türkülerin, tepinirken kapı gıcırtısına ve zıplarken koltuklara, minik insanların tek antenli aletin içinde yaşadığına inanırdım. Ve bizi gördüklerine. Çok miniktiler, elleri, ayakları, yüzleri minicik. Bizlerden farkları, minik olmaları dışında yoktu. Onların salonları da radyonun içinde gizliydi. Bence tam orta kısmında. Sonra bizimkisi gibi sobaları vardı, kestane yiyorlardı kış akşamları. Kestane faslı bitince sunucu durmadan konuşuyordu: “İyi akşamlar, TRT Ankara Radyosundan bildiriyorum. Şimdi haberler.” Haber sunan miniği babam seviyordu. Benim en sevdiğim minik ise masal anlatandı. Masal başlayınca çığlıklar atardım, sevinç çığlıkları. Yine bir terlikle ve ıska atışla bitse de bağırışımın sonu, mutluydum işte. Masallar, türküler, çığlıklar, sobelemece, minik insanlar güzel şeylerdi. Çocuktum, canımın istediği gibi davranmakta özgürdüm. Kimse ayıplamıyordu beni. Ağlayınca, dondurmam hemencecik eridi diye, kimse gülmüyordu bana mesela. Ne de güzel ağlamıştım kırmızı kurdelem kaybolunca ya… Şöyle bağıra bağıra… Şimdi diyorum, çığlık atsam, atamam, boğazım düğüm. Bağırsam, bağıramam, sesim kısık. Körebe oynasam, oynayamam, çocuk değilim. Kahkaha atsam, atamam içim bin parça. Sussam, susamam, kafamda deli sorular. Ağlasam, ağlayamam kimse görsün istemem gözyaşlarımı. Tek bir şey yapabilirim. Günlerdir yaptığım gibi yüzlerce sessiz daha çığlık atabilirim. Cam parçaları batan ruhumla durmadan, bıkmadan irili, ufaklı sessiz çığlıklar… Kim bilir belki yine görür minik insanlar beni, tek antenli aletin içinden duyarlar çığlığımı. Bir masal daha anlatırlar, haber saatinden sonra… Sonu üç elma ile biten. İşte o zaman bir ihtimal yine ve yeniden mutlu olabilirim… Çocukluğumdaki, geniş salondaki, el oyması vitrindeki radyo bir tek o duyar beni…