Lavinya Dergisi

HALİL İBRAHİM SOFRASI
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Göze, gönle, hayata, sofraya katılan hak kulları elbette kıymetlidir terazide. Kimi az kimi çok. Lakin kesişmiştir yollar bir şekilde. Hiçbir insanın nedensiz girmediği bellidir haneye. Bazıları sınav, bazıları ceza, bazılarıysa hediyedir. Bu çoklu bir bilmece. Öyle ki varlığından haberdar bile olunmayan bir yönü keşfettiren aynadır bu denge. Değer verince değişen insanlardan tut; imtihanın hası, can yoldaşı, ömür törpüsü, kötü gün arkadaşı, vefasızı, mutluluk vereni, sabredeni, yeşerteni yazarız burada hece hece. Kan bağı mı? Can bağı mı? Hakkında hala soru sorulsa da yüzlerce. Kan bağının insanı yakınlaştırdığı, aile yapanın can bağı olduğu bilinir nesillerce. Peki ya ekmeği, tuzu paylaşanlar tek sofra içinde? Hz. İbrahim sofrasının bereketi üzerimizde. Misafirin on kısmet ile geldiği, dokuzunu yemek yediği eve bıraktığı. O özenli sofraların hazırlandığı. Bilindik şu hikâyenin kulağımıza çalındığı. Vaktiyle iki kardeş varmış. Büyüğü Halil; evli ve çocukluymuş. Küçüğü İbrahim ise bekârmış. Ortak tarladan ne çıkarsa yarı yarıya paylaşırlarmış. Bununla da geçinip giderlermiş. Bir yıl yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. İbrahim beklemiş, Halil çuval almaya gitmiş. İbrahim abim evlidir; çoluk çocuğu yesin diye kendi payından ona kürek atmış. Çuvalları taşımaya başlayan İbrahim gidince, Halil de benim yuvam kurulu İbrahim de evlensin diyerek ona kendi payından kürek atmış. Onlar buğdayı taşıyadursun bir türlü mahsul bitmemiş. Böylece iki kardeş günlerce durmadan taşımış. Yaratan buğdaylarına öyle bir bereket vermiş. Gören, duyan şaşırıp kalmış. İşin özü aşını, hak yolunu bilenle paylaşmakmış. Göze, gönle, hayata, sofraya katılan hak kulları elbette kıymetlidir terazide. Mutlak ki hepsi ne Halil olur ne de İbrahim. Lakin paylaşabilmek değil her el ele hâkim. Sevgide, merhamette, güzel sözde, sofrada vardır cimri. Cömertlikle yenmek senden istenen ilahi. Baktın olmadı; uzaklaştır diliyle insan kıranı, mesafede kalması yeterli. Kan bağının da, can bağının da iyileştiremediği ruhlar var illa ki. Unutulmasın eli dar olanın, gönlünün de dar olduğu gerçeği. Hem insanı helak eder; hem ilişkiyi. Aç sen kıymet bilene, sana ait olanı. Bu kadarı kâfi. Gözü tok olanı eyle yanında, iyi gelecek inan ki. Bir de; kulağına çalınan hikâyenin yanına; çocukluğunun o güzel tınısını iliştir fani. Kapat gözlerini mırıldan, kazı benliğine, otur sofrana bâki. “Barış der; her bir yanı altın, gümüş, taş olsa, Dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa, Sapa, kulpa, kapağa itibar etme dostum. İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok. Para, pula, ihtişama aldanıp kanma dostum. İçi boş insanların bu dünyada yeri yok. Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim Sofrasına, Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim Sofrasına.”