Lavinya Dergisi
MAVİ BULUTTAN MASAL, ŞİİR VEYAHUT HİKÂYEMavi gökyüzünde yolunu kaybetmiş bir bulut;
Nicedir ait hissetmiyordu kendisini yükseklere.
Uçmak istiyordu yeryüzüne.
Ses vermek insanlara, ağaçlara, gökdelenlere…
Boyanmak mor, yeşil, sarı veyahut pembe renge.
Böylece değiştirecekti bedenini ve kalmayacaktı havada öylece.
Cılızca dünyadan duyduğu; “gri,
mavi, kara bulutlar…” sözlerine kulaklarını kapatacaktı böylece.
Kasvetlendi durdu, inişe geçti işte öyle düşünceli bir günde.
Lunaparka, çocuk kahkahalarına, nehir kenarında açan begonvillere
yakından bakmak hevesiyle.
Yüzyıllardır neydi yukarda çektiği çile.
Rutin bulut işleri bitmezdi ki, merak saklıydı bu gidişte.
Yağmur, gökkuşağı bir de martı adına yüzlerce şiir yazılsa bile;
Marifetin bulutta olduğu unutulmuştu iyice.
Aldırmadı yok sayılan kristallerine, inişini hızlandırdı yaklaştı
nice insan evine.
İzledi durdu koşturmacayı günlerce.
Hep acele ediyordu gördüğü ayaklar, günün her saatinde.
İnsanların durmaya hiç vakti yoktu ya da güneşin doğuşunu
izlemeye.
Hayal kırıklığı yaşadı, hani renkler nerede?
Pes etmedi, inatçıydı gezdi şehirlerce.
Kulak kabarttı bütün söylenenlere.
Şaşırdı, kahkahalarda bile saklıydı sahte o iğne.
Yeryüzü dedikleri taşlaşmıştı.
İnsanlar kara bulutları sevmez de…
Asıl karanlık doğmuştu bizzat içine.
Dolaştıkça o diyardan diğerine,
Şahit olmuştu, açlığa, yokluğa, savaşa, kötülüğe.
Dinmeyen çocukların gözyaşına, anaların feryadına, hayvanların
çaresizliğine.
Çınar ağacından, çam meşesine isyan vardı doğa annede.
Şikâyet de çöp yığınına dönen denizde, balıklarda, yosunda,
midyede.
Bulut, diğer bulutları seviyordu.
Dostça yaşıyorlardı gökyüzünde.
Peki, insanoğlunun paylaşamadığı neydi? Ama ne?
Son bir umut, sohbet etmek istedi insanın kendisiyle.
Anlatacakları bir şeyler olmalıydı, gözlemleri üzerine.
İşte şirin kız çocuğu, bahçesinde oyun oynuyordu sessizce.
“Merhaba
ben bulut, arkadaş olur muyuz seninle?”
Diye başlayan o cümle, dönüştü koyu bir sohbete.
Laf lafı açtı, ninesi de geldi dizlerinin dibine.
Uzandı yaşlı kadın daldaki sulu vişneye.
Buluta da ikram etti nazikçe.
Olan biten üzerine konuştular içtenlikle.
Şaşırdı insanların bir çocuğunun hayalinin bulutlar üzerinde
koşmak olduğunu öğrenince.
Daha çok şaşırdı; insanın insana yaptıklarını dinleyince.
Vazgeçti yeryüzünden, özledi gökyüzünü birden bire.
Ne de olsa gökyüzü hepsinindi kavga etmemişlerdi hiç geçmişte.
Yükselişe geçmeye başlayınca el salladı küçük kıza, nineye ve ağaç
vişneye.
Yine yağmur yüklü bulut olup fazlasıyla ağlayacaktı, insanların
haline.
Kara bulutlara engel olacak, şimşek çakmasın diye çabalayacaktı
dönünce maviye.
Anlatacaktı tüm gördüklerine, insanoğlu onca karmaşıklığa,
mutsuzluğa gebe.
Otları mor olmuş, denizi kırmızı, zihni siyaha çalan mesele.
Hepsinin ihtiyacı vardı; sevgiye.
Lakin anahtar kelime bu değildi. Listenin başlarında gelse de.
Yükselirken tekrar ediyordu tüm sesiyle:
“Biz
gökyüzünü masmavi tutarsak, belki nefeslenirler, öze dönerler, kavuşurlar
merhamete…”