Lavinya Dergisi

ON İKİDEN SONRA BÜYÜ BOZULMAZ
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Tarihe damgasını vurmuş kadınlar vardır. İlham veren sözlerle hayatımıza girmişlerdir. Aktivist, feminist, yazar, şarkıcı ve aktrisler liste başında el sallamaktadır. Frida Kahlo, Maya Angelou, Rosa Parks, Helen Keller, Coco Chanel, Madonna ve diğerleri ışıldamaktadır. Hepsinin ortak noktası kadının özgürlüğü, gücü, erkeğin korumasına ihtiyacı olmayışı, başarısı ve elbette kendi ayakları üzerinde durabilme yeteneği gibi olgulardır. Sistemin kadına dayattığı güzellik kavramı, naiflik, kadın haklarının çabalayarak kazanılması ve erkek egemenliği var oluştan bugüne kadar sorgulanmaktadır. “Kadınlardan yalnızca birer hanımefendi gibi bahsetmenizden, onların aslında rasyonel varlıklar olduğunu anlamamanızdan nefret ediyorum. Hiçbirimiz hayatlarımız boyunca sakin sularda yüzmek istemeyiz.” diyen Jane Austen’e kulak verelim. Ya da “Kadın gibi değil, erkek gibi yaşadım. Canım ne istiyorsa onu yaptım, kendimi geçindirecek kadar para kazandım ve yalnız olmaktan korkmadım.” cümleleri ile sayfalara geçmiş Katharine Hepburn’a. Dönelim bize “Erkek gibi kadın.” derken bir övgü kelimesi kullanılır. Lakin “Kadın gibi erkek.” ile kişi küçümsenir. Sahi bu durum nedendir? Konu cesaret ve güç ise Kara Fatma, Nene Hatun da bizdendir. Sakin sularda yüzmek, hanımefendi gibi davranmak, canının istediğini yapmak, para kazanmak, yalnız yaşamak sadece erkeğe özgü bir şey midir? Mutfakta yerleri parlatmak kadının tek görevi midir? Analık, sonra güzellik. Dayatılan tabular! Taş gibi vücutlar, sarkmayan deriler, çatlaksız karınlar kadın bedeni ile mi özdeşleşmiştir? Gençlik iksiri deyince niye gözler kadına çevrilmiştir? Sadece yaş alan kadın cildi midir? Kahkaha ile gülünce kalabalıkta, sokakta, barda… Hanımefendilik yitmiş midir? Rengarenk giyinince en sade günde, gözler kadın üzerine toplanmış mıdır? Fısıltılar artmış mıdır? En iyi ölçülere sahip olmak! Diyelim ki; 90-60-90. Başarı mıdır? Bu defa mikrofonu verelim Audrey Hepburn’a “Ben pembeye inanıyorum. Ben gülmenin en iyi kalori yakıcı olduğuna inanıyorum. Ben öpmeye ve çok öpmeye inanıyorum. Her şeyin ters gidiyor gibi göründüğü zamanlarda güçlü olmak gerektiğine inanıyorum. Ben mutlu kızların en güzel kızlar olduğuna inanıyorum. Yarının başka bir gün olduğuna inanıyorum ve mucizelere inanıyorum.” İşte asıl bu hepimizin iç sesi değil midir? Pembe denilince masallardaki “pembe panjurlu ev” hayalinin çoktan modası geçmiştir. Kadın; doğası gereği çok güçlü bir varlık olarak yaratılmıştır. “Bir kadına doğru ayakkabıları verirseniz dünyayı bile fethedebilir.” cümlesi ile ses veren Marilyn Monroe’yi selamlar mısınız? “Soru kimin bana izin vereceği değil, kimin beni durduracağıdır.” sözlerini kulaklarınıza küpe yapar mısınız? Hayatınızdaki erkeklere; yanlarındaki kadının sıfatı ne olursa olsun, kendini sevdiği, güçlü olduğu ve “Ben kendim yaparım.” dedikleri zaman mutlu olduklarını hatırlatır mısınız? İşte böyle kadınları sadece doğru bir karakter ile tavlayabileceklerini anlatır mısınız? Kim sizi nasıl tanımlarsa tanımlasın hiç fark etmez; kendinizi alkışlar mısınız? Son olarak, on ikiden sonra hiçbir büyü bozulmaz, unutmayınız!