Lavinya Dergisi

YOL AYRIMI
Arşiv

Eski Yazar Yazıları

Camı açmasıyla birlikte rüzgârın serinliği yüzüne çarptı. Derin bir nefes aldı gözlerini kapatırken. Yıllardır oksijensiz kalmış gibi çarpıyordu kalbi. Bu aralar hep böyleydi, aldığı nefes sanki yetmiyordu ciğerlerine. Kendini uzun bir maratonu tek başına koşmuş gibi hissediyordu. İstemsizce kıpırdadı kirpikleri, batan güneş yüzünü gölgelerken anı denizine düştü aniden. Çok eskiden yaşadığı ev geldi aklına. Dik bir yokuş vardı eve çıkan sokakta. Rüzgâr yaz kış sert eserdi orada. Küçüktü o zamanlar sabahın köründe çıkmak zorunda kaldığı günler olmuştu o yokuşu. Elleri soğuktan kurusa da gözleri rüzgârın vuruşlarıyla dolsa da aşardı o yokuşu. Hayatın onu daha ne yokuşlara gebe bırakacağını bilmeden… Peki şimdi, şimdi neden yapamıyordu? Şimdi neden aşamıyordu içindeki her geçen gün büyüyen yokuşları? Cevabını o da bilmiyordu. Belki de hiçbir zaman cevabına erişemeyecekti bu sırrın. Evet bu bir sırdı onun gözünde. Her gece uyuduğu uykudan kan ter içinde uyandıran her sabah gözünü açar açmaz yeni güne aklında takılı kalan bir sır. Çözmeyi denemişti çoğu kez. Ama her defasında ellerini kanattı cevapsız soruları. Kalbine battı parçalanan umutlarının kırıntıları. Şimdi bir karar verme arifesiydi. O malum sahne canlandı gözünde. Hani iki yol vardır ya hep; biri ışıl ışıl aydınlık biri ise zifiri karanlık… İnsanoğlu durur tam ortasında birini seçmelidir ve sonunda kadere bağlanır bütün hikayeler. İyiyi seçen kaderine minnet duyar kötüyü seçen kaderine yakar ağıtlarını. Peki ya hiç seçim yapamayan ne yapacaktı? Belki de en iyisi hep arafta yaşamaktı.