Lavinya Dergisi

ÇIĞLIK 2
Arşiv

Eski Yazar Yazıları

2000 ŞANLIURFA (Müzik Önerisi; Nilüfer-Son Arzum)
Karanlıktı her yer, göz gözü görmüyordu. Kalabalıklar dağ olmuş toprak bile yüz çevirmişti can suyuna. Bastığı yerde yeşermez olmuştu hiçbir tohum tanesi. Karanlıktı her yer. Çağlayan sular kesilmiş, denizler balıklara kucak açmayı unutmuştu. Sonra bir el uzandı bozdu karanlığı. Alacakaranlık çöktü birden simsiyah geceye. Bir parıltı belirdi yeryüzünde. Onca kalabalık arasında yel aldı ortalığı savurdu kendince.
Kan ter içinde gözlerini açtı Cemal. Titreyen elleriyle komidinin üzerinde duran su şişesine uzandı. ‘Bitmek tükenmek bilmeyen kabuslar’ diye düşündü. Yirmi yedi yıldır her gece yatağa başını koyduğunda bu kabuslar peşini bırakmıyordu. Yataktan kalkıp kendini tuvalete attı. Soğuk suyu çarptı yüzüne. Aynadaki aksine takıldı gözleri. Yaşlanmıştı, yüzündeki her bir kırışıklık haince ona gülümsüyordu sanki. Aynadan ayırdı gözlerini. Hastaneye yetişmesi gerekiyordu. Bugün tam bir ay olmuştu. Hızla arabasına atladı. Otuz gün boyunca bu yolda her gün yeni bir umutla gidiyor ve umutsuzlukla geri dönüyordu. En değerli varlığını koruyamamıştı.  Yirmi yedi yıl önce onu hastanede kucağına verdikleri o gün geldi aklına, ne kadar da masumdu ona muhtaçtı. Yirmi yedi yıl boyunca ona hem baba hem de anne olmuştu. Hayattaki bütün hatalarının yanında en büyük iyi ki dediğiydi. Tüm bunlar aklından geçerken hastanenin önüne gelmişti bile. Hızla ve yine yanına eklediği yeni umutlarla hastane kapısından içeriye girdi.
2000- İSTANBUL
Sonbahar rüzgârı açık olan pencereden içeriye doluyordu. Ağır adımlarla pencereye yöneldi yine mevsimlerden güzdü. Düşen sarı kırmızı yapraklara ilişti gözleri, elinden kayıp giden bebeği geldi aklına. Yirmi yedi yıldır onu düşünmediği tek bir an bile olmamıştı. Doğan güneşte, parlayan ayda onun yüzünü hayal etmiş, her çocuk sesinde gözlerine biriken yaşlara engel olamamıştı. Ama bulamamıştı yavrusunu. Her yere gitmiş, kapısını çalmadığı kimse kalmamıştı. Yirmi yedi yıldır içine düşen kor ateşle yanmış gönlüne yavrusunun ve çocukların sevgisinden başka sevgi koymamıştı. Bunları düşünürken kapının tıklamasıyla irkildi. İçeriye çalıştığı kurumdan çok yakın arkadaşı girdi. O kara günden sonra kendini çocuklara adamıştı. Birçok kuruluşta çocuklar için hizmet vermişti. Şimdi de Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfında çocuklara gönüllü olarak eğitim veriyordu. Çocuklarla birlikte olmak ona iyi geliyordu. Yüzünü bile görmediği yavrusunun hayali o çocukların ışıldayan gözlerinde hayat buluyordu. Şimdi de daha çok onlara dokunmak için bir proje kapsamında Urfa’ya doğru yola çıkacaktı. İş ve aynı zamanda yakın arkadaşı olan Zeliha odaya girdiğinde yaşlı gözlerini sildi. Zeliha’yla o kara günden sonra tesadüf eseri tanışmışlardı. Zeliha ona hem çok iyi bir dost hem de aile olmuştu. Birlikte uçağa binip yola çıktılar. Kanser hastası çocuklara ve gençlere yardım etmek için gidiyorlardı. Onlara manevi olarak destek olacak aynı zamanda yalnız olmadıklarını anlatmak için gidiyorlardı. Yol boyunca içi içine sığmamıştı. Anlam veremediği bir heyecan vardı içinde, yol boyunca ne yemek yemiş ne de bir şey içmişti. Uçaktan indiklerinde otele gitmeden önce direkt hastaneye gitmek istiyordu. Bir kuş adeta kanat çırpıyordu içinde. Aslında o kara günden beri hastanelerden nefret ediyordu. Ama bu çok farklı çok kutsal bir görevdi onun için. Bunları düşünerek hastanenin kapısından içeriye girdi. Koşar adımlarla Onkoloji Bölümüne gitmeye başladı, elinde aldığı hediyelerle birlikte. Birden ne olduğunu anlamadığı bir hızla yere düştü. Yanlışlıkla biriyle çarpışmıştı. Eli yere düşen hediyelere gitti. Hediyeleri toplamaya çalışırken birden kafasını kaldırdı ve gözlerine inanamadı. Yirmi yedi yıl önce onu bir başına bırakıp hiçbir açıklama yapmadan bebeğini, yavrusunu ondan alan adam karşısındaydı. Şaşkın bir şekilde gözlerini kapatıp yeniden açtı. Hayal görüyorum diye düşündü. Ya da bu bir kâbus olmalıydı. Ama hayır bu oydu! Bu Cemaldi! Ve yine bir hastanede kader onları karşı karşıya getirmişti.