Kalbimin tam ortasında bir yangın
yanıyordu yıllardır. Ne yaparsam yapayım, hangi yolu denersem deneyeyim bir
kıvılcım bile eksilmeyen... Şimdi ne olmuştu da yağmurlar yağmaya başlamıştı? Günden
güne sönüyor muydu ateş? Yağan yağmurların ardından doğacak mıydı peki güneş? Bütün
soruların cevabını biliyordum. Ama yine
de umut etmeden yaşayamıyordu insan.
Umudumun tamamı sende zannediyordum.
Belki de umut etme hakkımın hepsini sende tüketmiştim. Bir başkasına kapıyı
nasıl açarım bilmiyordum. Bir başkasını içeri buyur etsem bile onu kapının
eşiğinde bırakmaktan korkuyordum. Yüzün gözümün önüne gelsin diye defalarca
dinlediğim şarkılar susuyordu. Beni sana getirmiyordu artık hiçbiri.
Yakınlaştıkça uzaklaşan bir şeydi
bizimkisi. Yürüdükçe daha da uzayan bir yoldu. Bu uzun yolu birlikte yürüyoruz
sanmıştım. Fakat yolda hep tek başımaydım. Buna rağmen bile başka bir yola
sapmaya razı olmamıştı gönlüm. Birileri ateşe su serpmeye çalıştıkça ben kaçtım.
Kaçtıkça gönlümdeki alevleri daha çok harladım. Olmayacaktı. Daha ne kadar
yanacaktım? Buna ancak kendim son verebilirdim. Her gece bu ateşi söndürmeye, bir
daha kimse için yanmamaya yeminler ettim. Dişlerimi sıka sıka, istemeye
istemeye gidiyordum işte senden. Pencerene bakan perdeyi bir daha açmamak üzere
çektim. Seni anlatan hiçbir şiiri bir daha okumadım. Böyle böyle diniyordu
yangın. Şimdi içimde o koskocaman
yangından kalan yaranın izi duruyordu. Ve anladım ki bir kalbe bir yangın, bir ömre
de yalnızca bir yara sığıyordu.