Lavinya Dergisi

O'NUN KUTUP YILDIZI
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Gezegenler, kara delik, uydu, nebula. O'nun dünyasıydı. Keşfedilmemiş gezegenleri keşfetmek istiyordu. Hayalperestti. Yıldızları seviyordu. En az onu sevdiğim kadardı, kutup yıldızına olan sevgisi. Teleskopuyla geceye bakarken, gözlerime baktığından daha derindi gözbebekleri. Ya da yine kuruntu yapıyordum. Ben iki kişilik dünya istiyordum. O dünyadan beş yüz yetmiş ışık yılı uzaklıktaki bilinmeyeni. Her gün yeni şeyler anlatıyordu. Ben de öğreniyordum. 'Biliyor musun? Pembe renkli gezegen var. Ama benim ilgimi en çok cam yağmurlarına ev sahipliği yapanı çekiyor' diyordu. O anlattıkça ben de düşünüyordum. Olabilir miydi? Olabilirdi. Pembe, cam yağmuru... Lakin düşünsem de benim ilgimin odağı sadece gülüşüydü. Elbet O'da sıkılacaktı gezegenlerden. Dünyaya ve bana dönecekti. Sevecekti. Bir gün pusulasını bana yöneltecekti. Çünkü ben hep oradaydım. Göremediği gezegenler gibi uzak değil, yanı başındaydım. Dokunamadığı kara parçaları gibi soğuk değil, ellerim sıcacıktı. Kutup yıldızı kadar parlak değildim ve daima kuzeyi göstermiyordum belki. Yine de o baktığında parlıyordu her yanım. Ve nereye isterse giderdim o yöne, sualsiz.
Zaman geçiyordu. Ben de içimden gelmese bile öğreniyordum: galaksiyi,  yıldızları, gezegenleri… O seviyordu. O'nun sevdiği her şeyi seversem iki kişilik dünyamızı daha çabuk kurabileceğim gibi bir kanıya kapılmıştım. Laf aramızda en çok çoban yıldızını seviyordum. Kendi ekseni etrafında, güneş sistemindeki diğer tüm gezegenlerin aksi ikametinde döndüğü için olabilirdi, bu sevgim. Bunu O’na da anlattım. İlk defa daha içten tuttu ellerimi. Ayak uydurduğum içindi dünyasına bu sıcaklık. Ya da bir defa daha kuruntu yapıyordum. O öyle diyordu. Kuruntuluydum...
Zaman yine geçiyordu. O'nun gezegenleri dönüyordu. Adını Yunan ya da Roma mitolojisinden almayan tek gezegen, benim gezegenim olan Dünya’da dönüyordu. O farkında değildi. Çünkü yıldızları ışıldıyordu. Sonra Güneş geliyordu bütün ihtişamıyla, yeniler, yineler, gece, gündüz... Mutluydu. Mutsuzdum. Olduğum yerde sayıyordum. Ne yaparsam yapayım bir adım öteye gidemiyordum. Sevmiyordu. Mavi saplı teleskopu ile tüm galaksiyi gören O, beni göremiyordu.
Zaman daha hızlı geçiyordu. Kulaklarımda susmayan bir fısıltı 'veda etmelisin, veda etmelisin, veda etmelisin' diyordu. Fısıltı haklıydı. Aksi halde bir meteor gibi kendi dünyama çarpıp yok olacaktım. O gece tüm cesaretimi topladım. Kutup yıldızına uzun uzun baktım. O'nun dediği kadar parlaktı. Canım çok yanıyordu. Son bir ihtimal var mıydı? Düşündüm. Yoktu. Işıltısıyla yarışamayacaktım. Göğsüm sıkıştı. Boğazım düğümlendi. Bir damla yaş eşlik etti sesime. Ve seslendim, beni duydu mu? Bilmiyordum. Artık kelimelerin de bir önemi yoktu. Yenilmiştim. Yorulmuştum. Dedim ki:
'Bir gün, sabit durmaktan vazgeçip kayarsan, O seni izlerken yap olur mu? Belki içinden dilek tutmak gelir. Bu defa gerçekten beni diler. Olur ya. Yine, yeniden gelirim.'