Kaç el
okşadı başımı hatırlamıyorum. Saymadım. Deneseydim saymayı hangi sayıya kadar
sayabilirdim? Onu da bilmiyorum. Çocuktum ben. Derdini anlatacak kadar büyük.
Dertlere anlam veremeyecek kadar küçük. Hatırladıklarım var elbette. Çocuk
gözüme ve kulağıma kaydettiklerim. Birkaç sahne ve birkaç kelime. Annem, babam,
ninem, kötü hastalık, en çokta “Başın sağ olsun”.
Annem
ağladı bir köşede, ağlarken ağıtlar yaktı. Babam sustu, sadece sustu. Manasızca
etrafına baktı. 'Kötü hastalık' dedi ninem. Kötü hastalıktan öldü bebe.
Acımızı paylaşmaya gelen herkes 'başın sağ olsun' dedi. Defalarca
duydum. Acımı hiç hafifletmedi ki bu iki kelime. Soramadım kimseye benim başım
neden sağ olacak? Ben ölmedim ki. Hasta değilim ki... Bebe öldü, kardeşim öldü.
İki kelime döndü durdu beynimde. Çınladı kulaklarımda. Anlam veremedim.
Korkumdan da kimseye soramadım.
Yıllar
geçti. Başka bebeler koşturdu evimizde. Sevinçle eklendiler hanemize. Yine,
yeniden abi oldum. Ama benim sızım dinmedi. Sahneler ve kelimeler gitmedi.
Büyüdüm. Saymayı öğrendim. Dertlere anlam vermeyi de. Bir tek kafamda dönen o
soruya anlam veremedim. “Bebe gitti, siz sağ olun”.
Bugün işte
bugün, sonunda ona da anlam verdim. 'Öğretmenim' dedim. Seslendim
çekinerek. Ne de olsa öğretmendi. O bilirdi. Sordum. Nedir bu iki kelimenin
anlamı? Dostlarımız, yakınlarımız, en sevdiklerimiz, ne demek isterler?
Yaklaştı yanıma, O da saçımı okşadı. Gözlerinde buğu, sesinde şefkat vardı.
'Evladım' dedi.
Anadolu Türkçesinde “baş” kelimesi “yara” demektir. “Sağ olsun”
da, “sağalsın” kelimesinden dönüşmüştür. Yani “yaran iyileşsin”
demektir. Yaran iyileşsin. Yaram iyileşsin. Hala sızımı dindirmedi. Lakin
yıllar sonra bu defa, ilk defa kulaklarımda çınlayan iki kelime sızıma iyi
geldi. “Yaran iyileşsin...”