Dostoyevski'nin bir sözü bugünlerde dilime dolanmakla
yetinmiyor bizzat yaşayışla gösteriyor kendini.
Ve der ki "Coğrafyan senin kaderindir"...
Sen denizi hiç göremeyen çocuk!
Coğrafyanın esirisin belki de.
Ya sen, hiç toprak kokusu almamış kadın,
Sen de coğrafyanın bahtsız kaderini yaşıyorsun...
Ne garip değil mi?
Hepimiz eşitiz, eşit bir hayatta ve eşit kanunla yaşıyoruz...
Oysaki coğrafya ve töre denilen illet kanununda üstünde bir
tutsaklığa mahkum ediyor hepimizi...
Prangalarla örülü görünmez bir yaşamın içinde yaşıyoruz... Tabi
yaşam denilirse.
Ya ne?
Sanırım ben de bilmiyorum sevgili coğrafyam...
Ve tam da dün yaşadım bunu;
Sırf coğrafyam için, yaşamım, örf ve adetlerimin farklılığı
için nahoş göründüm çoğu insanın gözünde...
Oysa çoğu yerde okumuştum sevgili coğrafyam;
"İnsan sevgisi her şeyin üstündedir "diye.
Peki yazılıp bilinen bu şeyler varken neden yazısız bir örf
ve adetin uğursuz kaderini yaşamaya mahkum kalıyoruz?
Şöyleydi kıssanın devamı;
Adam kadını sever;
Kadında aranabilecek tüm güzellikleri barındırır çünkü. Ve
günlerden bir gün adam hiçbir şey demeden gider kadından...
Aradan zaman geçer;
Adam döner ve kadına derki;
"Biz senle olamazdık, iyisin hoşsun hatta harikasın
ama...(Ve tabi bildiğiniz gibi ama cümlesinden sonra olumsuzluklara kapılmaya
başladı ama dedi) örf ve adetlerimiz farklı, kültürlerimiz ve coğrafyamız"...
Kadın arkasını dönmeden adama seslenip su son sözleri der;
"Dilerim ki karşına;
Örfü örfüne,
Adeti adetine,
Kültürü kültürüne denk biri çıkar…
En sonunda da karakterli olur, çünkü görüyorum ki coğrafya
karakterden de üstün"....