Hayatın sağından ya da solundan hiç dönmedim. Önünden geçip
gittim belki de, virajları hiç bir zaman doğru alamadım. Ya keskin virajda,
keskinliği ön göremeden kesildim, ya da gözüme kestiremediğim yoldan geri
çekildim.
Yol bitmemişti. Ne de olsa hayat yolu uzun derlerdi
büyüklerimiz. Dönüm noktası diye bir cümle vardı. Noktayı biliyoruz; cümleyi
bitiren, bir şeyleri sonlandıran, yeni başlangıçlara yer açan herhangi bir
benek. Peki ya dönmek? İyiye ya da kötüye, doğruya ya da yanlışa, birine ya da
birinden dönebilir mi insan? Tüm sokakları denize çıkan bir şehir gibi, tüm
sebepleri sonuca çıkan bir kelime dönmek. Dönmek belki de başı hep sonuna, sonu
da hep başına varan kocaman bir yuvarlak.
Hayat adına verdiğimiz her karar yuvarlağın etrafını
dolaşabilmek için birer adım. Bazen hızlı adımlar atıyoruz, çabucak dönüyoruz,
olması gereken şeyler hemencecik oluveriyor. Öyle hızlı ki düşünmeye bile zaman
ayırmıyoruz. Böyle hızlı döndüklerimize dönüm noktası diyoruz. Bekletmeden,
aniden, hesapsızca dönüyoruz. Bazen de yavaş adımlar atıyoruz. Gayet aheste,
gayet sabırla. Böyle olunca virajları çabuk alıp hemen dönemiyoruz.
Bu yuvarlağa tepeden baktığımızda, yavaş da olsa hızlı da
olsa, eğri de olsa doğru da olsa bu yuvarlağın üzerindeyiz, dışına çıkamıyoruz.
Yuvarlağın izin verdiği ölçüde her şey yine olacağına varıyor. Sanırım biz
inananlar buna kader diyoruz. Seçtiğimiz yollar, açtığımız kapılar hep farklı.
Herkesin kendi çemberi, çemberin üzerinde kendi belirlediği noktalar var.
Noktalar muhtemelen iradelerin sonucu. Sonuçta bir yola girerken diğerini
noktalamış oluyoruz.
Benim çemberimde henüz noktalar belirgin değil. Belki de
adımlarım küçük, daha çok yol var dönülecek,
belki de belirsiz, silik noktalar eşlik edecek hep, kim bilir. Yeni bir
başlangıç belki de bu yazı. Dönüm noktası olması adına, bu sefer belirgin bir
nokta.