Lavinya Dergisi

HÜZNÜN ÇİÇEĞİ
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Canım Anadolu’nun hikâyeleri, efsaneleri, mucizeleri vardır. Kimi kulaktan kulağa, kimi nesilden nesile aktarılır. Yazılır, çizilir, masallarla, türkülerle, şiirlerle yaşatılır. İşte o kervana katılan insanlar, yollar, dağlar, denizler, ejderhalar, uçan halılar olduğu kadar, çiçekler de vardır yaşatılan. Bahsi geçen çiçektir ki; sadece bizim coğrafyamıza ait endemik bir üründür. Sümbül, nergis, gül kadar popüler olmuştur. Lale değil, “Ters Lale”dir kahramanımız. Çok etkilendi bu satırları yazanınız! Siz de hayal ederek okuyunuz… Kırmızı mı kırmızıdır. Nazlı mı nazlıdır. Doğu Anadolu bölgemizde yetişmektedir. Nadide güzellik 3000 metre yüksekte yaşamaktadır. Toprağı bol, güneş görmekte ve su tutmamaktadır. Humuslu ve kumlu topraklarla yoldaşlık yapmaktadır. İklim, bitki örtüsü derken coğrafya dersinden ayrıntılar hatırlanmaktadır. Ama asıl hikâye şimdi başlamaktadır. Bahsi geçen çiçektir ki; birçok din ve kültür için hüznün sembolü olmuştur. Hristiyan efsanelerine göre; Hz. İsa’nın çarmıha gerilişine şahit olan Hz. Meryem’in gözyaşlarının düştüğü yerde yetişmeye başlamıştır. Müslüman söylencelerine göre; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katledilişlerinden sonra görülmüştür. Bir başka masal da Ferhat’la Şirin’in birbirlerine kavuşamaması nedeniyle ters lalenin boynu bükük ve çoğunlukla rengi kırmızıdır. Zira Ferhat’ın kanından filizlenmiştir. Kavuşamamaktır! Bitmedi; gelin çiçeği olarak da anılmıştır. Çeyizlere işlenmiştir. Genç kızlar kırmızı tülbentleri ile evlerinden çıkarılmıştır. Duruşu nakış nakış hazan mevsimini anlatmıştır. Kına yakılan gelinler; “Hem ağlarım hem giderim.” türküsüne eşlik etmiştir. İkisinin de boynu büküktür. Hüznün çiçeği sabahları yapraklarından damlalar dökmektedir. Ağlayan çiçek veyahut ağlayan gelin, evini özlemiştir. Bahsi geçen çiçektir ki; Mimar Sinan ile Selimiye Cami’sine konu olmuştur. Cami’yi lale bahçelerinin içine yapmak isteyen mimarımız; lale bahçesinin sahibinin “Benim buraya yapamazsınız, yaparsanız da beni anlatan bir motif istiyorum.” sözleri ile karşılaşmıştır. Bunun üzerine Selimiye Camisi’nin bir ucuna ters lale motifi çizmiştir. Bu görüntü, kadının lale bahçesine veda edişinin resmidir. Hikâyeler dillerde efsaneleşmiş, gönüllerde hayat bulmuş, aktarılmıştır. Canım Anadolu deyince elbette Aşık Veysel’e söz gelmiştir. Ünlü halk ozanı bir türküsünde: “Lale der ki ey Allah’ım benim boynum neden eğri? Yardan ala ayrı düştüm, benden ala çiçek var mı?” demiştir… Bahsi geçen çiçektir ki; mana yükleri ile gönülleri burkmuştur. İhtişamlıdır, eşi benzeri yoktur. Hüznü çağrıştırmıştır. Yaşatılmalıdır! Hatta yanına varılmalıdır. Merak edip, rotalar onun yetiştiği yüksek topraklara çevrilmelidir. Belki eli boş değil de kırmızı bir yazma ile, nakış ile yanına misafir olunmalıdır. Eğilip bükük boynuna ne kadar özel olduğu fısıldanmalıdır. Nasıl ve ne zaman gidilirse gidilsin; nesillerin selamı kadifemsi yapraklarına haykırılmalıdır. Lale gibi susmamalı; aşk her kime duyulursa hüznün çiçeği misali dile gelip “öz” anlatılmalıdır. Bakmak ve görmek farklıdır. İnsan gönül gözüyle bakmalıdır. Öğrenmeli, bilgeliğe varmalıdır. Bakarsan gördüğün sadece bir çiçektir, oysa! Okuduğun, öğrendiğin, bildiğin şuurdur. İşte anlamlar daima derinde saklıdır ve her canlının bir hikâyesi vardır…