Lavinya Dergisi
SAHTE GÜLÜCÜKSadece eylülde veyahut yağmur yağdığında hüzünlenmiyor insan. Yüreği burkulmuş gönlü incinmiş birinin hüzünlenmesi için ne yaprağın yere düşmesine gerek var ne de yağmur damlalarının. Bu zamana kadar içinde ne eylüller geldi geçti. Ne hüzün fırtınaları esti, ne nisan yağmurları yağdı gözlerinden. Yüzünde ağustos sıcaklığı varken yüreğinde kara kışları yaşattı insan. Hani türküde, Girebilsen şu sinemde neler var, gülüp oynadığım ele karşıdır, diyordu. Ne güzel söylemiş Karacaoğlan. Aslında bir durup düşünsek, bu sözden hepimiz kendimize pay çıkarırız. Gerçekten beni anlatmış cümleleri havada uçuşur. Neden peki? Çünkü herkesin bir yarası vardır ve bir de yaralayanı. Kimimiz eşinden, kimimiz çocuğundan, kimimiz anne veya babasından, kimimiz dostundan, kimimiz de sevdiğinden bir parça da olsa darbe yemiştir. Gönlünü inciten bir söz duymuştur veya bir davranış görmüştür. Yarı yolda kalmıştır. Terk edilmiştir. Bekletilmiş ve hiç gelinmemiştir birilerimize. Ama sahte gülücüklerimiz eksik olmaz yüzümüzde. Göğsümüzü açıp baksalar ancak anlarlar acımızı. Sorsalar 'hiç' deriz. Anlatsak defterleri dolduracak acılarımızı bir 'hiç' e sığdırırız. Derdimizi unutturacak meşgaleler buluruz kendimize. Hayatın akışına kapılıp giderken bir kitabın tam ortasında o sinemizde sakladığımız ve kabuk bağlamayan yaramızı acıtacak bir söz okuruz. '' Kırık olan yapıştırılır, bozuk olan tamir edilir ama unutulan asla hatırlanmaz." Gözlerimizden dudaklarımıza, dudaklarımızdan yüreğimize bir ok saplanır bu sözle birlikte. Unuttum kelimesi anlamını kaybeder artık. Yüzümüzdeki sahte gülücüklerde bir süreliğine kaybolur. Zaten ne acıyı tastamam yaşayabiliyoruz ne sevinci ne de hüznü. Hep bir sürelik oluyor. Yolunda gitmiyor ömür boyu. Sen sen ol kırma, kırsan da yapıştır. Bozma, bozsan da tamir et, ve güzel şeyleri asla unutma.