Lavinya Dergisi
SÜKUTBen zerre koymamışken ağzıma bu meretten, Neden bu kadar sarhoşum şehrinde, Aşkından mı? Yoksa vuslata kavuşmayan bakışlarından mı?
Sessizlik bir atın sırtında dağlara vurmakta kendini, sessizlik yalnızca bir dağın gölgesinde soluklanmakta. Sessiz olan her şeye hayranım şu dünyada. İnsana, dağa, taşa, toprağa hatta kelimelere bile. Öyle ya bazı kelimeler vardır sadece sessizlikten bahseder. Kısa ve özdür ve üstüne bir sözde edilmez. Altını ateşte yakan, altının değerini bilendir yolcu, Yaprağı rüzgâra teslim eden, rüzgârı anlayandır yolcu, Sükutu tebessüme gizleyen, yarayı en çok yaşayandır yolcu... Koş hadi koş yahut koşturabildiğin kadar koştur atını, kalbin güm güm patlasın göğüs kafesinin altında kendinden başka kime yetişirsen yetiş şu dünyada. Kendine koşmayan hiçbir menzile varamaz, kendini anlamayan hiçbir şeyi anlamaz, kendiyle konuşmayan kimseyle konuşamaz... Konuşmayı kelimeyle, gözle, dille sanmak dünyanın en at gözlüklü düşüncesi. Konuşmak önce kalp ile başlar. Selamı kalp verir kalp alır essahlı muhabbetlerde. Kiminle ne konuşursan konuş kalp ile konuş diye yazmış eskiler, kalp ile konuşmadığın her muhabbet ziyan, zeval, israf... Konuştuğum her ziyanın acısını, her israfın kahrını çektim bu dünyada. Kelimelerle muhabbet ettim yetmedi, gözümle konuştum eksik, dilimle söyledim mayasız. Mayasız kalan her şey dünyada yarım, buna insanda deseniz yarım, muhabbette deseniz yarım. Bende sustum, insanına da sustum bu dünyanın hayvanına da bitkisine de. Muhabbeti ziyan etmek gönülden eksilmek demekmiş, sükutu anlayınca bildim. Merhamet kadar yakışan bir şey varsa insana şu dünyada oda sessizlikmiş bildim. Hem dedim ya "altını ateşte yakan, altının değerini bilendir diye" ben kelimeleri sessizliğe bırakınca anladım muhabbetin değerini, sükutun değerini. Nasılsa anlamak isteyen senin sessizliğinin dilini de anlar. Muhabbet dediğin dilden dökülen kelimeyse eğer zaten ziyan, muhabbet dediğin gönüldense eğer altın tastan, hint kumaşından...