Lavinya Dergisi

MAHCUBİYET
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Hangisi daha zor? Mahcup etmek mi? Mahcup olmak mı? “Hasretinle mansur kaldım, hasretinle mahcup kaldım ey sevgili.” sözleriyle seslenen Küçük İskender’e versek kulağımızı. Düşünsek; insanı kim niye mahcup ederdi ya da neden mahcup olurdu gönüller? Avuçlarına öfkeyi mi, merhameti mi almak isterdi fani? Teselli ne olurdu ruhuna? Lamba cininin; “Dile benden ne dilersen.” sorusuna “Dünya barışı.” diyecek bir âdem var mı peki aramızda? Bir tebessümle yüzü kızaracak, iltifatla başını eğecek kalabalığa. Ya her an pimi çekilecek bomba misali yürüyenlerdensen! Kimleri daha mahcup edeceksin sinir uçlarında? Birazda “Azıcık misk, bir yığın çamurdan iyidir.” diyen Şirazi’yi okusak. Öz konuşmanın olgunluğuna varsak! Anlatılacak yüzlerce hikâye içinden; kurtun, kötü cadının, kupa kraliçesinin mahcup olanlarını seçsek mesela. Naiflik ve nezaket içeren yeni öyküler yazsak. Geç kalmasak, geç kalınmışlıkların da nice yeni mahcubiyetler getirdiğinin farkına varsak. Hata yapsak. Yapsak ama “Özür dilesek.” sarılsak. Kuşlara, çiçeklere, böceklere merhabayla güne başlasak. Elbet mahcup etmek isteyeceğimiz anlar da olacak! Haklıysak! Aynı sahneleri tekrar tekrar yaşadıysak! Yine de frene bassak. Derin bir nefes alsak. Olgunluğumuzla karşımızdakini kıyaslasak. Güneşe dönsek yüzümüzü ferahlasak. Belki de yağmurda şemsiyesiz dolaşsak. En kolayı ıslanıp hasta olduğumuz için annemize mahcup olsak. Bu kadar masumca niyetler beslesek. Karışmasak. Belki karşılaşmasak. Gömmesek kafamızı devekuşu misali kuma. Ders alsak. Yirmi birinci yüzyıl dedikleri, milenyum, uzay, sanal hayat, dijital… Tuhaf bir çağ! Durmasak ”Kaçıp gidelim.” cümlesini haykırsak. Şöyle; yetmişlere, seksenlere yolculuk yapsak. Zaman makinesi icat edilse de edilmese de bize lazım olanın “Mahcup olmayı bilen kalpler.” olduğunu unutmasak. Pudraları, allıkları, pahalı makyaj malzemelerini atsak. İçtenlikle azıcık yanaklarımızda kızarsak.