Lavinya Dergisi

BOŞ EV
Nurten K. TOSUN

Rakamlardan öykülere yolculuk. Kalem, kağıt, düş ve pamuk şeker eşliğinde...

Kaç mevsime şahit olur duvarlar? Salonun en heybetli köşesine kurulu berjer, ev ahalisinin çok da sevmediği yaldızlı tablo, el dokuması kilim… Sahi kahkahalara tanık oldukları kadar, kavgalara da “Yine başladılar!” demişler midir kendi aralarında? Uyur mular? Daima uyanık mıdırlar? “Günaydın.” kelimesiyle güne başlayan minik ayaklara, krep kokularına, akşam yemeklerine, tatlı kaçamaklarına, belki hıçkırıklara, pazar gecesi sinemasına, içten bir öpücüğe… Neleri sığdırmışlardır bağırlarına. Küsmelere, barışmalara, kaprislere, şımarıklıklara! Eee anlaşılmaz varlık bakmayın siz insanoğluna. Yeşile mi, sarıya mı, yoksa klasik beyaza mı boyanmak gider hoşlarına? Sahibiz zannederiz kapısına, bacasına. Oysa nice geçmiş hayatlar barındırır görünmeyen kulaklarında… Korunak, barınak, yuva… İsmini ne koyarsan koy. Ya temelli kapısını kapattığında? Sessizliğe gömülen sadece sen misin fotoğraf karesinin kadrajında? “Yapmak zordur, yıkmak kolay.” sözü kulağında yankılandığında. Ağlar mı ardından duvarlar? Dans eder mi yaşanmışlıklar, kilit vurulmak üzere olan o çelik kapıda? Konuşmak isterler mi pencereyle ya da koltukla? “Ey ahali sen unuttun ama bende ne anıların var.” cümlesini kurarlar mı beraber yaşlandıklarıyla? Mani olur mu sessizliğin sesi vedaya? “Şu köşede el ele izlediğiniz filmi hatırlayın!” diye eklese de mesela. Havada uçuşur mu geceler, öğleler, kuşluklar art arda. Materyaldir kalbi yoktur düşüncesi belki de insafsızca. Bağlanmak gerek, özenle diktiğin menekşe saksısına, çaya yarenlik eden balkona, mışıl mışıl uykuya daldığın yastığa… Sığınağına ve sığındığın yol arkadaşlarına. Kilitler vurulup kapansa da; ne hüzün süreklidir, ne sevinç unutma! Çal kapıyı gir içeri; canlansın her şey bir anda.