Lavinya Dergisi
EYLEME DÖKÜLEN HAKLI ZAFERLER BEKLENTİSİgeçtim. önüme katıp geç kalınmış ağrılı izlerimi toprağı yaralayarak sokaklardan harlanan lambaların ışığı gölgelenmedi saçlarımda yokluğumun günden güne hırçınlaşan kabul edilmeyişi vurduğunda yüzüme hiç olamadığımı anımsayıp hiçlik simgeleri kazıdım bileklerime elden ne gelir utanç kapıları gibi bir beden her yaraya çarpılar atmıştı taşıdığım günün mızrağı sırtımda opalin güneşler doğurduğunda ağlayışlarımı değiştirdim, artık gülümseyerek döküyorum yaşlarımı acıklı bir klişeyi paylıyorum gözlerimle gerekli bir kaç nedenden çaresizleştirdiğim dudaklarım şimdilik öpüşmelerinde daha kusurlu ısırıyor dudaklarımı durdum. durmam gerekirdi gitmemem gerekirdi derya kıyısı şehirlere çünkü gök maviydi ve mavileşiyordu gittiğim şehirlerde kamburlaşan gövdemin sebebiydi mavi bildiklerim. şiirim maviydi. aklın ve ruhun çelişkisi mavi. yorgunluğu sürerken çorak topraklarda yasaklı arzuların sessizleştim, ter döktüğüm yatakların hasat vaktinde o kadar azım ki yüz yüze gelmelerin kovulmuş kişisi tamamlanmaz rahme ruh üfleme ile durduk. kıyımdaydık. acımasızca bir boşluğa alışma çabası sarmıştı duvarlarımızı sarmaşıktı o, dolanıp serinletirken havayı soğuk ve nefessiz kalmıştık. hiç şikayet etmeden can çekişmesine müsaade edilmişti soluğumuzun uykuya dalar da beden rüyaya kavuşur ya ruhlar işte o boyutun sahteliğine tamahkardık. şaraplar ve kadınlar vaat edilen evrene diktiğimiz gözlerimiz inkarda olmasa gerçekliğe bir çare bulabilirdik durmak zorundaydık, durduk. gecenin nasırlı ağzı doldururken parıldayan yıldızlarıyla içimizde deniz olmak isteyen ırmağın her damlasını öfkeyle o suya yansımamızı katamazdık. çaldım. dökülecek sular toplamak için ardınızdan saksılara diktiğim böğürtlenlerin dikeni parmaklarımın teninize dokunmuş olma hissini kanatsa da ellerime bulaştırdım siz rengini hâlâ biraz acıtsın istiyorum yaşadım diyebilmek için yağmurlar yıkayıp arıtsın diye yüzümün matemini bulut çektim, bulut yonttum, bulut çizdim suya sesimi çıkmaz sokakların bekçilerine bıraktım düdüğüne üfledikçe tükenmeyen çığlıklarıma gece çisesi bulaştırsın diye yalnızlığım en iyi onlar bilirdi gecenin nemiyle kor dizginleyip yoldaş kesilmeyi yankılanan sesimi bilmem kaçıncı duyuşunuzda kapınıza geldim, kapıma geldiniz, sonra hep gitmeler yakıştı topuklarımıza yumruklarımı sıkmak gördüm ki çare olmadı şakaklarımdan sızan ılık bekleyişe artık bir gezgin bedenim denizlerde tuzlu kitaplarda toplayacak yosun kokan korkuları çünkü; durdum. sordum. bir şey söylemeliydiniz elbette bunca doğan sarı oğlanlar esmer kızlara vurulurken esmer kızlar buğday tarlalarında güneş biçerken ve sarı oğlanlar gecenin bir vakti mehtaba dolanan düşlerini izlerken bir şey söylemeliydiniz uçurumdan itilen rüzgar kavuşabilir mi uçurtmanın coşkulu süzülüşüne kan gibi akıp bir gün duracağımızı bilmekle kavuşmuyor dudaklar öpüşmeye ve kollarım bunca sarası varken yaraların yalnız sızısını neden elma şekeri tadı bırakıyor damağımızda gitmekler yakası dik olsa da gömleğimizin düğme ilikleri tenhada kalıyor ve gövdemiz çırılçıplak kalabalık savaşlarda buluşurduk elbet mutlak bir zaferle ama durdum ve sordum. aşkın özgürlük direnci kırılmıştı. sevdaların kuş kanadı duygularını da bıraktım, tutuşsun topuklarımı sürüyorum şimdi yaraladığım sokakların kanayan kaldırımlarında zaten o, çünkü bu, bir ölünün anlatamadığı rüyasıydı sustum.