Lavinya Dergisi

DUVARLARIN DİLİ
Gülşah DEMİRCİ

“Susup içime döktüğüm cümlelere boğazımdan geçiş yok Parmak uçlarımla konuşuyorum, duyuyor musun?”

Yayılır bir şehir efsanesi kulaktan kulağa, bazen de sokaktan sokağa… O yüzden karmaşık bir şehrin arka sokaklarında duyacağın çok şey vardır. Baktığında eskimişlik, yalnızlık ve hatta tüm kalabalığa rağmen üzerine çöken bir ıssızlık görürsün ama sokağa kulak verdiğinde gördüklerinin de ötesini duyarsın. Terk edilmişliğin içerisinde hâlâ zamana meydan okumak için direnen evler, her gün binlerce kişinin adımını sırtlanan kaldırımlar, içte birikenleri bir şekilde dile döken duvarlar… Bakmanın ötesinde görmek, görmenin de ötesinde duymak gerekiyor işte üzerindeki yabancılık hissiyatını çıkarıp bir anlığına o sokağa ait oluvermek için. Ben de bir sokak arasındayım şimdi, Güneş’in yakıcılığından uzak, göğe yükselen eski binaların arasında bir gölgelik görevi gören, yıllara meydan okumuş bir evin yamacında, kilitli bir kapının önündeki yorgun basamaklarda soluklanmak için oturuyorum. Ayaklarım yere mıhlanmış, gözlerimse sokağı adımlıyor. Yabancısı olduğum bir şehrin içinde biraz olsun aidiyet arıyorum belki de. Yüzümdeki maskeyi indirirken arkasına gizlendiğimiz maskelerimizi indirmenin kolay olmadığını düşünüyorum. Baktığım sokağın köhne maskesini indirebilmek ve gerçek çıplaklığıyla onu daha iyi anlayabilmek için dinlemeye koyuluyorum. Takvimlerden bağımsız, zamandan azade, tek başıma, önümde uzanan bu ıssız sokağı dinliyorum. Bir zamanlar bu sokakta oyunlar oynayan çocuk gülüşlerini, pencerelerden sızan yemek kokularını, seyyar satıcıların seslenişlerini, gündüzün telaşesini, gecenin tekinsizliğini, bekleyişleri, korkuları, sevinçleri, endişeleri, umutları, yaşanan sevdaları, edilen kavgaları duyuyorum… Hepsi gelip uzanıyor, eğilip fısıldıyor kulağıma… Duyduklarımı idrak etmeye çalıştığım sırada, gözlerim ıssız bırakılmış bir duvardan bana doğru uzanan bir soru işaretine takılıyor: “Yalnız ölmiycem di mi?” Oturduğum yerden bir süre bakıyorum öyle, çaresizce onay isteyen bu soru işaretine. Duyduklarım bir toz bulutuna dönüyor, etrafımda tekrar bir sessizlik hâkim oluyor. Terk edilmiş, eski binalar arasında olduğumu fark ediyorum. Bu fark edişle beraber oturduğum yerden kalkıyor, maskemi tekrar yüzüme takıp tek başıma, içimdeki gürültüyle beraber yürümeye devam ediyorum. Bu sokaktan, o sokağa… O an zihnimde kıvılcımlanan düşünceler, şimdi parmak uçlarımdan dökülüyor… O gün o ıssız duvara yazamıyorum belki ama bir fotoğraf karesiyle beraber duvarımda paylaşıyorum: İnsanlar gider, kilitlenir kapılar, ölür evler… Yaşanmışlığın izi kalır… Hikâyeyi bir de sokaktan dinle! Kaldırımlar sussa da duvarlar anlatır! Not: Tek başına yürüdüğünüz sokaklara kulak verirseniz yalnız olmadığınızı göreceksiniz! Duvarların dili vardır, duvarlar konuşur. Tek başınalık değil ama yalnızlık korkutur. Belki de bu yüzden insan hep aidiyet arar ve en çok da korkularını bir maskenin ardına saklar! https://www.youtube.com/watch?v=XO8W93zVTps