Lavinya Dergisi
AŞIK MAHZUNİ ŞERİF KİMDİR?“Dom Dom Kurşunu”, “Mamudo”, “Yuh Yuh”, “Merdo” gibi pek çok dillere pelesenk türkünün sahibi, gönlünü halk ozanı olmaya adamış Mahzuni Şerif’in hayat hikâyesidir… Neredeyse bildiğimiz her bir türkü onun eseri. Acısını, öfkesini, sevgisini, her bir duygusunu türküleriyle aktaran, yaşatan Mahzuni, dünyaya geliş sebebinin halk ozanı olmak olduğuna 12 yaşında karar verdi. Yeri geldi canı pahasına da olsa bundan hiç vazgeçmedi. Geçmişte yaşanan ve bugün bizim şenlikle dinlediğimiz pek çok türküyü, Mahzuni en çok acıyla yoğurdu… Mahzuni Şerif, 17 Kasım 1939’da, Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine bağlı, bugünkü adıyla Tarlacık olarak bilinen Berçenek köyünde, Döndü ve Zeynel Cırık çiftinin oğulları olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona, “Şerif Cırık” adını verdi. Oğulları, doğmadan önce ölen amcasına ithafen almıştı Şerif adını. Soyları, Horasan’dan Tunceli’ye göç eden Ağucan Aşireti’ne dayanıyordu… Bir gün bir halk ozanı olduğunda, bir dörtlükte doğumu için yazacaktı. Şöyle diyordu dörtlüğünde; "Tevellüdüm merak ise, miladı otuz dokuz Kasımın on yedisinde Zeynel Babadan geldim. Döndü Anaya rahmolmuş, ehlibeyt meftunuyuz, Ben faninin acısına, seyr-ü sefadan geldim." O yıllarda Berçenek köyünde henüz bir okul yoktu. Mahzuni de böylece eğitim hayatına, kendi köylerinde okul yapılana kadar, Elbistan ilçesine bağlı Alembey köyünde Lütfi Mehmet Efendi Medresesi’nde Kur’an eğitimi alarak başladı. Okul açıldığında da kendi köyündeki ilkokula başladı. 1955’te, ilkokuldan mezun oldu ve sonradan Ankara’ya nakledilen Mersin Astsubay Okulu’na kaydolarak eğitimine devam etti. 1959’da Ankara Ordu Donatım Teknik Okulu’nu bitirdi. Başarılı bir öğrenciydi; Kuleli Askeri Lisesi’ne aynı yıllarda kaydolacaktı ki, halen eğitimini sürdürdüğü okulda yapılan bir aramada çantasından çıkan Alevi-Bektaşi Ozanlarının şiirleri ve Marksizm ile ilgili kitaplar çıkınca okuldan kaçtı. Bir süre geri dönmedi. 1961’de, Kuleli Askeri Lisesi’ne başlasa da, maddi güçlükler eğitimini tamamlamasına izin vermedi. Hep gönlünü dolduran halk ozanlığına da böylece daha hızlı soyunacaktı… Gönlünü halk ozanı geleneğine kaptırdığında henüz 12’sindeydi Mahzuni. Ortaokul yıllarından beri sosyalist mantık çevresinde gelişti düşünceleri. Şimdi toplumsal konulara daha çok eğiliyor, geleneksel halk şiirini devam ettirirken bir yandan da protest şiirlerle toplumun sorunlarını dile getiren bir halk aşığı olma yolunda ilerliyordu. 1961’de ilk plağını çıkardı. Bundan böyle de yüzlerce plak, kaset yapacaktı. Kendisini her zaman dünya kültürleri içinde bir parça, mazlum milletler içinde bir birey olarak tanımladı. Benimsediği bu iki gerçekten hayatı boyunca vazgeçmeyecekti… “Oy Bizim Eller” ve “Acı Doktor” bestelerini doğum yeri Berçenek’e ithafen yazdı. “Dumanlı dumanlı oy bizim eller, Oturup ağlasam delidir derler” diyordu… “Dom Dom Kurşunu”, “Yuh Yuh”, “Yedin Beni”, “Fadimem”, “Merdo”, “Mevlam Gül Diyerek”, “Dostum Dostum”, “Han Sarhoş Hancı Sarhoş”, “Çeşmi Siyahım”, “Yalan Dünya”, “Ağlasam mı?” gibi pek çok dillere pelesenk olmuş Aşık Mahzuni Şerif bestesi, Zeki Müren’den İbrahim Tatlıses’e, Ahmet Kaya’dan Selda Bağcan’a, Gülden Karaböcek’e pek çok özel ses tarafından yorumlandı. Türk Halk Müziği’nden Pop Müzik sanatçısına kadar pek çok sanatçı, söz ve be “Sivas Dramı” adını verdiği türküsünü, 1993’te yaşanan Sivas Katliamına atfetti. 1980’lerde bir yandan popüler şarkılar yaparken bir yandan da insanın özüne iniyordu. “Zevzek”, “Fırıldak Adam” gibi türküleri ile günlük yaşamında karşılaştığı kötü insanları, toplumun içinde bulunan bozuk insan tiplerini ortaya çıkarıyordu. Halk şiirine gönülden bağlanan Mahzuni, bir süre sonra konuşma dilinde de şiirselleşti. Tüm yaşamı boyunca 453 plak, 58 kaset çıkardı; 8 kitap yazdı. TRT, onun adına 2 belgesel çekti. Araştırmacı Yazar Battal Pehlivan, Mahzuni’nin yaşamı üzerine yaptığı incelemeye “Dom Dom Kurşunu” adını verdi. Halk Ozanları Federasyonu, 1989-1991 yılları arasında Aşık Mahzuni Şerif’i, Dünyanın En Büyük 3 Ozanı arasında ilk sırada gösterdi. Dom Dom Kurşunu türküsünü hemen hepimiz biliyoruz. Hareketli müziğiyle düğünlerde de kullanılan bir türkü. Türküyü zamanla Selda Bağcan, İbrahim Tatlıses, Edip Akbayram da söyledi. Oysa bu türküyü Mahzuni’ye yazdıran olay pek acıklıydı. Ancak geçmişe bakarsak, insanlar acılarını ancak böyle gülerek, onlara dikkat çekerek dindiriyormuş… Mahzuni, doğup büyüdüğü memleketinde artık istenmiyordu. Evi defalarca yıkıldı, üzerine kurşunlar yağdırıldı; ama o, ölecekse de memleketinde ölecekti. Köyünü terk etmedi. Her seferinde sabırla evini onardı. Korkmak bir yana, daha çok yazdı, söyledi. Ama insanlar onun sabrı karşısında vazgeçmedi. Köy kahvesinde arkadaşlarıyla oturdukları sırada, silahlı bir grup ateş açtı. Hedef Mahzuni olsa da, kurşun en yakın arkadaşını seçti. Ölse bu kadar gam yemezdi. Arkadaşı oturduğu iskemlede öylece kalakalmıştı; başının yana düşmesi dışında hiçbir hareket yoktu bedeninde. Bir daha da olmadı. Arkadaşının hayatını alan kurşun, domuz avında kullanılan, “dom dom kurşunu” adı verilen bir fişekti. Mahzuni, içini dağlayan bu acıyı da önce sazı, sonra halkıyla paylaştı. Kemal Sunal’ın Garip filminde İbrahim Tatlıses’in sesinden eşlik ettiği Dom Dom Kurşunu sahnesini hatırlar mısınız? Türkünün tüm acısının en çok ortaya çıktığı anlardan biri sanırım o… 12 Mart Muhtırası (1971) ile Süleyman Demirel hükümeti devrildi ve yerine Nihat Erim başkanlığında bir hükümet kuruldu. Sol kesime karşı yapılan baskı ve Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Atılgan’ın idam edilmelerinin ardından Mahzuni bir türkü daha yaptı. Yeni 45’liğinde yer verdiği türküde, “Erim erim eriyesin, Sürüm sürüm sürünesin” diyordu. Hakkında açılan davalar üzerine 4 yıllık hapis cezası alması bekleniyordu. Ancak dönemin başbakanı Nihat Erim’in “Bir halk ozanı, başbakanı sevmek zorunda değildir” şeklinde ifade vermesi ve şikâyetçi olmaması üzerine, cezası 10 aya çekildi. 70’li yılların ortalarında Mahzuni için en ağır ceza geldi. 8 yıl boyunca sahneye çıkması da yurt dışına gitmesi de yasaklanmıştı. Bu, hapis cezasından da ağır gelmişti ona. Hal böyle olunca da geçim derdine düşmüş, yine türkülerden uzak kalmamak için küçük bir dükkânda plak satmaya başlamıştı. Verdiği bir röportajda bu yasağın yüreğine düşürdüğü ateşi şöyle açıklamıştı: “Türkü söyleyememek beni çok üzüyordu. Canlı bir balığı tutun ve kumun üzerine atın o balık o denize nasıl bakıyorsa ben de türkülere öyle bakıyordum.” 1972’de bir gün Mahzuni, sazını eline alıp Sivas’ın Sivrialan köyüne, Aşık Veysel’in ziyaretine gitmişti. Aşık Veysel’e, Mahzuni’nin geldiği haberi önden verildi; içeri girdiğinde ise, Aşık Veysel, onu ayağa kalkarak karşıladı. Bu durum, etrafındakileri şaşırtmıştı. Çünkü bugüne dek Aşık Veysel, kimseyi böyle karşılamamıştı. Meraklı gözlerle kendisine bunun sebebi sorulduğunda ise, Aşık Veysel’in cevabı şöyle oldu: “Susun, gelen Pir Sultan olsa gerektir.” Mahzuni, ilk evliliğini dayısının kızı Emine ile imam nikahı kıyılarak yapmıştı. Bu evlilikten, Züleyha adını verdikleri bir kızları oldu. Emine’ye boşanmak istediğini bir mektupla bildirdi ve bu evlilik böyle bitti… İtalyan asıllı Sovina’ya aşık olmuştu. Adını Suna olarak değiştiren Sovina ile kaçarak evlendi. Bu evlilikten Ferhat, Şirin ve Emrah adını verdikleri üç çocukları oldu. Suna’nın evi terk etmesinin ardından Mahzuni, üçüncü evliliğini Gaziantep’te ilkokul öğretmeni olan Fatma Hanım ile yaptı. Bu evlilikten de Derya, Ali, Şeyda ve Yetiş adını verdikleri dört çocukları oldu. 2001 yılı başlarken Mahzuni, kalp ve solunum yetmezliği nedeniyle yoğun bakıma alındı. Mayıs’ta taburcu edilse de, bir yıl sonra 17 Mayıs 2002’de, Almanya, Köln’de hayata veda etti. 62 yaşındaydı. Mezarı, Hacı Bektaş Veli Külliyesi’nin yakınında Çilehane adı verilen yer olarak belirlendi. Mahzuni, hayata veda ettiğinde Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından aleyhinde hakkında açılan dava ile devletin düzenini yıkmak suçundan hala yargılanıyordu. Bu dava, Kasım 2001’de, “Elhamdülillah Kızılbaş’ım ve laikim. Ben değil, yedi sülalem Kızılbaş’tır. Bir suç varsa, o da dedemdedir.” dediği için açılmıştı. Mahzuni, ardında bıraktığı yüzlerce türkü ile geçti bu dünyadan…