Lavinya Dergisi

BERGEN KİMDİR?
Tolga TÜRKMEN

Herkesin konuştuğu toplumda şairler neden sussun?

Mutsuz aile yaşamı, fakirlikle geçen yıllardan sonra hastalıklı bir aşkın pençesindeyken de dimdik duran, sağ gözünde parıltılı bandajı ile Arabesk Müziğin Kraliçesi olan Bergen’in hayat hikâyesidir. İtiraf etmeliyim, onu yazmak çok zordu. Kadına yönelik şiddeti, kadın cinayetlerini her gün kınadığımız günümüzün geçmişi o kadar eski ki… Bir adam olarak bu döngünün hiç değişmediğini görmek hep çok acı! Evet, bir yanı her seferinde bir şekilde içinde eksik kalmış duyguları tamamlayan bu adama karşı koyamasa da, bu hastalıklı bir hal alsa da, bir yanı her koşulda ayağa kalkmayı bilmiş. Her seferinde geri dönmek yaşamından çalmış olsa da, yaşama karşı verdiği savaş, ne olursa olsun hiç vazgeçmeyişi, kendini küllerinden doğuruşu da takdire şayan. Hepimiz kaderimiz ve özgür irademiz arasında ince bir çizgide gide gele sürdürüyoruz yaşamı. Birimizin eksiği diğerinde anlaşılmayacak derecede tamsa, bu bizi daha hatalı yapar mı, bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa, kadın olmak güçsüz olmak demek değil. Ve hepimizin bu dünyaya geliş sebebi varsa, sonunda yaşamını gencecik bir yaşta yitirmiş olsa da, Bergen bunun en ünlü örneği. Belgin Sarılmeşer veya bilinen adıyla Bergen, 15 Temmuz 1959’da, Mersin’de Sabahat Çakır ve M. S. Sarılmışer çiftinin kızları olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona ‘Belgin’ adını verdi. Doğum tarihi bazı kaynaklarda 16 Temmuz 1960 olarak geçse de, yakınları tarafından açılmış resmi onur sitesinde doğru bilginin 15 Temmuz 1959 olduğu, kimliğinde ise doğum tarihinin bir yıl büyütülerek 15 Temmuz 1958 yazdığı açıklanmıştı. Bergen, boşanmış bir anne babanın çocuğu olarak büyüdü. Annesi ebe, babası da boyacıydı. Bir araya gelmişler; ancak bu evlilik sürmemişti. 1966’da, boşanmanın ardından annesi Sabahat Hanım, Bergen’i de alarak Ankara’ya yerleşti. Bergen, ilkokula burada Yenimahalle Yunus Emre İlkokulu’nda başladı. Çok zeki bir çocuktu ve müziğe de yetenekliydi. Mandolin çalıp şarkı söylüyordu. Öğretmenlerinin teşviki ile konservatuar sınavlarına girdi. İlkokul biter bitmez sınavı birincilikle kazanarak Ankara Devlet Konservatuarı Piyano Bölümü’ne girdi. Ancak maddi yetersizlikler okulu devam ettirmesine engeldi. Bir de yetenekliydi evet; ancak bu işin disiplininden de hoşlanmamıştı. O piyano ve viyolonsel çalmak değil, şarkı söylemek istiyordu. Notalar kafasını karıştırıyordu. 2 yıl devam edebildiği okulu sonunda maddi yetersizlikler sebebiyle bırakmak zorunda kaldı. PTT’de bir iş bulmuştu; ancak memuriyete yaşı tutmuyordu. İşte mahkeme kararı ile yaşı bundan sebep büyütüldü. Ve işte burada çalışırken ilk kez aşık oldu… Bergen’in gözlerini aşka açtığı ilk isim taksi şoförü Yalçın’dı. Ona çok aşıktı; ama Yalçın cephesinde durum pek öyle değildi. Zorla Bergen’e sahip oldu. Bergen’in gözlerini öylesine kör etmişti ki, yaşadıklarının büyük şeyler olduğunun ayırdına bile varamıyordu. O, bunların hepsinin aşkının bir parçası olduğunu zannediyordu belki ya da buna inanmak istiyordu. Nihayetinde henüz gencecikti. Ve Yalçın, sonunda karşısına ‘Ben başkasıyla evleniyorum.’ demek için çıktı. Bergen, iliklerine kadar sarsıldığını hissediyordu şimdi. Ancak elinden de bir şey gelmiyordu. Sesine yansıyan arabesk ruhuyla her şeyi olduğu gibi, kaderi diye kabulleniyordu. Şimdi yıkılmış bir genç kadındı. Ancak bir yandan da vazgeçmeyen, dimdik duran bir kadın! Mutsuz aile yaşamı, fakirlikle geçen yıllar derken belki de bu adam tutunacak bir daldı; ama o da çok çabuk kırılmıştı. Her ne kadar canı yansa da, hayata devam etmenin anlamını çocuk yaşlarda çözmüştü. O da devam etti. Kalbinin kuzeyi ise, yine şarkı söylemeyi gösteriyordu… 1977’de arkadaşlarıyla eğlenmek için bir pavyona gitmişlerdi. Hayatında her şey başından beri Türk filmlerinden izlerle ilerliyordu. Şimdi de o anlardan biriydi. Arkadaşlarının ısrarı üzerine sahneye çıkıp şarkı söyledi. Sesinden taşan acı, içinden de taşıyordu; Batsın Bu Dünya’yı sahnede tüm benliğiyle söylüyordu. Hissederek. Mekanın sahibi Bergen’deki ışığı hemen fark etmişti ve ona bir teklifte bulundu. İstediği zaten hep şarkı söylemekti. Sahne yaşamı işte böylece başlamış oldu. Sadece sesi değil, güzelliğiyle de dinleyenleri etkilemişti… Bütün büyük isimlerin bir sahne adı vardı. Büyük hayalleri olduğuna göre, onun da bir sahne adı olmalıydı. Gazetede Norveç’in Bergen şehrinden bahseden bir haber gördüğünde, Bergen’i sahne ismi olarak düşlemiş ve çok sevmişti. İşte Belgin, böyle Bergen olmuştu… Adana’dan sahne teklifi aldı ve hayatının yönünün değişeceğinden habersiz yola çıktı… Ne olduysa Adana’da oldu ve yine burada son bulacaktı her şey… Yaralarını şarkı söyleyerek sarmayı öğrenmiş, Yalçın’dan sonra da kimse girmemişti hayatına. Şimdi sahneye çıktığında karşısına kurulup gözünü ondan bir an bile ayırmadan izleyen ‘Kömür gözlü adam’ yani Halis vardı. Bergen’in ise aslında umuru değildi. Halis, her gece usanmadan kulise çiçek gönderiyor Bergen de çöpe atıyordu. Bir gün kafasına attı çiçekleri. Halis, karşısında neredeyse ağlamaklıydı. Bu adam mı karartacaktı gerçekten bu güzel kadının yaşamını? Halis gurur yapmıştı, uzun bir süre pavyona uğramadı. Ancak çiçekler muntazaman gelmeye devam ediyordu. Bir gün karta, ‘Beni tanısan seversin.’ yazmıştı. İşte o gün Bergen, o çiçekleri çöpe atamadı… Bergen’in bir büyük hayali vardı; araba almak istiyordu. Sonunda taksitle de olsa hayali gerçek olmuştu. Ancak daha cilt cilt senetleri dururken yanıp kül oldu. Halis işte o anda yeniden göründü. Önce arabayı söndürmeye çalıştı, ardından da ‘üzülme, ben sana yenisini alırım.’ dedi. Bütün bunların bir kurgu olduğunu, her şeyin zaten Halis’in planı olduğunu öğrendiğinde artık delicesine, öldürücü bir aşkın pençesindeydi. Ve büyük aşk, bu senaryonun üstesinden geldi. Ardından bir başka senaryonun perdesi aralandı… Evet, evlendiler. Bergen çok mutluydu. Ancak çok geçmeden şiddet başladı. Defalarca dayak yedi ve her seferinde aşkı uğruna sustu. Ancak Halis arada eve gelmiyordu. Bunların bir düzene girmesinden sonra aslında evliliklerinin de bir senaryo olduğunu öğrendi. Halis zaten evliydi ve üstelik 3 tane de çocuğu vardı. Nikah memuru, evlilik cüzdanları, her şey sahteydi. Kaçıp Ankara’ya dönmüştü. 1979’da, kadrosunda Bülent Ersoy, İbrahim Tatlıses gibi özel isimlerin olduğu bir gazinoda uvertür olarak sahne alıyordu. O dönem annesi ile oturduğu evde yangın çıkmış, her şeyini kaybetmişti. Ona yardıma gelen kişi yine Halis oldu. ‘Üzülme!’ diyordu. Bu kez yangını yine onun çıkarmış olabileceği aklına gelse de, ‘ben yapmadım.’ Diyordu. İnandı ya da inanmadı; ama minnet ve aşk döngüsü yeniden alevlendi. Evlilikleri yalandı; ama sevgilerinin gerçek olduğuna ikna olmuştu. Bu hastalıklı bir ilişkiydi aslında. Belki Bergen de farkındaydı. Ancak ne onla oluyordu ne de onsuz. Üstelik Halis de deli gibi seviyordu. Yıllar sonra hayatını Yavuz Hakan Tok’un kaleme aldığı kitapta da yer verdiği gibi, yeğenine şöyle demişti: “Bazen insanlar hiddetli sever, ölesiye sever, yaşadıkları kötü olaylar sevgisinden bir şey götürmez.” Buna öylesine inanıyordu ki, Halis ne yaparsa yapsın, hiddeti ne kadar çoğalırsa çoğalsın, Bergen hep ona dönüyordu. Halis, boşanacağını söylüyordu ve boşandı da. Şimdi gerçekten evlenebilirlerdi. Ancak bir şartı vardı Halis’in; Bergen’in sahneye çıkmasını istemiyordu. Zaten sahnede görüp sevdiği kadının artık şarkı söylemesini istemiyordu… Bergen öylesine tutkundu ki, yine gözü görmedi. Kabul etti ve bu kez gerçek bir nikahla, 9 Ocak 1982’de evlendiler. Bergen, günlüğüne ‘evlendim’ diye yazmıştı. Mutlu hissediyordu belli ki. Evinin kadını olmuştu. Ancak Halis yine eski yaşamına dönmüştü. Peşi sıra kavgalar, şiddet… Sonunda dayanamadı ve bu kez kaçıp İzmir’e gitti. Yeniden sahnedeydi. Bu artık bir inada dönmüştü. Halis sahneye çıkmasına deliriyor, Bergen de inadına çıkıyordu. Bu Bergen’in kaçtığı Halis’in kovaladığı bir ilişkiye dönmüştü. Hiddet sınırını aştı ve Halis, Bergen’e ‘üç gün sonra bütün gazeteler senden bahsedecek.’ demişti. Dediği gibi oldu. Gazeteler Bergen’den bahsediyordu… Halis, o zamanın parası 500 bin lira ile bir kiralık katil tutmuştu. Kiralık katil, 31 Ekim 1982’de, sahne çıkışında Bergen’in hayatını değiştirecek o hamleyi yaptı. Elindeki kezzap dolu kovayı Bergen’e doğru savurdu. Yüzünde, vücudunda önce bir sıcaklık, ardından şiddetli bir yanma hisseden Bergen’in iki gözü de görmüyordu. Halis yine oradaydı… Bergen’in vücudunun neredeyse tamamı yanmıştı. Dönemin ünlü bir estetisyeni, yüzünü eski güzel haline getirmek için bir dizi ücretsiz ameliyat yaptı. Gazetelere ‘Türkiye’nin Tara’sı yeniden yaratılıyor…’ başlıkları atılmıştı. Sol gözü zamanla görme yetisini geri kazanmış; ama sağ gözü maalesef kurtarılamamıştı. Ancak bu talihsiz olay, onun yaşamında şöhretin başlangıcı anlamını taşıyordu… Hastanede 45 gün geçirdi. Bir rüya görmüştü hasta yatağında; Müslüm Gürses ile ‘Tanrı İstemezse’ şarkısını söylüyorlardı. Şarkının en çok, “Cehennem ateşi ahirette olur Sen beni dünyada ateşe attın…” kısmını derinden hissediyordu. Bu rüya ve çok daha fazlası gerçek olmak üzereydi… Şimdi bütün gazeteler Bergen’in acıklı hikâyesinden bahsediyordu. Sektör bu acıyı kullanma fikrini sevmişti. Halis hapisteydi ve Bergen İstanbul sahnelerinde şarkılarını söylüyordu… Sahneye sağ gözü üzerine taşlı bantlar, bazen güneş gözlüğü takarak, saçları ile kamufle ederek çıkıyordu. Bu imajı ile giderek bir ikon olmuştu. Tüm sosyete sahne aldığı salonu doldurmak için sıradaydı. İlk albümü ‘Şikayetim Var’ı sıcağı sıcağına 1982’de yaptı. LP olarak kaydedilen bu plak, 1986’da MC olarak yeniden basıldı. Ardından 1983’te ‘Kardeşiz Kader’ albümünü yine LP olarak kaydetti. 1985 ve 1990’da MC olarak yeniden basıldı. 1985’te ‘İnsan Severse’yi LP ve MC olarak kaydetti ve albüm 1999’da CD olarak yeniden basıldı… 1986, şöhretinin zirve yaptığı yıl oldu. LP ve MC olarak kaydettiği ‘Acıların Kadını’ albümü öyle çok satmıştı ki, Sezen Aksu’nun ‘Git’ albümünü bile ardında bıraktı. Sonra ilk ve son sinema filminde oynandı. Elbette onun da adı ‘Acıların Kadını’ idi ve Bergen’in yaşamını anlatıyordu. Yaşamını bir de filmle pekiştirerek sunmuştu. Şimdi halk, onu kesinlikle ‘Acıların Kadını’ olarak tanımıştı. Halis ile de değişen bir şey olmadı aralarında. İlginçtir; ama Bergen’in aşkını bu olay bile bitiremedi. Bu süreçte sadece kısa bir süre görmemişti onu. Sonra ziyaret etmeye başlamış ve ihtiyaçlarını da karşılamıştı. Öte yandan şöhreti artık ülkenin sınırlarını aşmıştı. Hayalinin bile ötesinde sahneler alıyor, Bülent Ersoylar, İbrahim Tatlısesler ile aynı sahneyi paylaşıyordu. Bergen, Arabesk Müziğin gerçek sesi ve aynı zamanda yüzüydü artık. Hayallerindeki şöhrete kavuşmuştu. Altın Plak ve Altın Kaset Ödülleri’ni aldı. Gözünün eksikliği ruhunun en büyük yarasıydı. Yaşadığı acılar dinmiyordu; ama o, sonunda gerçek anlamda onu kör eden adamla görüşmeyi hiç bırakmadı. Ve o, bunun adına hep aşk dedi… Adana’da sahne aldığı bir geceydi. Sahne çıkışı mekanın fotoğrafçısı tarafından bacağından 6 kez bıçaklandı. Ertesi gün gazeteler yazıyordu, Bunu yapan kişi, ifadesinde Bergen’i şöhret olmak için bıçakladığını söylemişti… Bergen ise, artık korkmuyordu ve şarkı söylemekten de vazgeçmiyordu. Yaralanmasından birkaç gün sonra hiçbir şey olmamış gibi sahnedeydi. ‘Beni yıldıramazlar!’ diyordu. 1988’de yurtdışı turnelerine de başladı. Halis ise hala hapisteydi ve görüşmeye de devam ediyorlardı. Ve yılın sonunda Halis hapisten çıktı… Halis’in hapisten çıkmasıyla Bergen de sahnelere veda etti ve Mersin’de tuttukları evde yaşamaya başladılar. Magazine birlikte mutluluk pozları veriyorlardı. Ancak huylu huyundan vazgeçmedi ve çok geçmeden şiddet geri döndü. Bu kez boşandılar. Bergen için bu kez tamamen bitmişti. Gazetelere ‘Artık mutlulukların kadınıyım’ diye röportajlar veriyor sahnede ise yine ‘Acıların Kadını’ olarak devleşiyordu. Arabeskin Kraliçesi idi. Albüm kayıtlarına son sürat devam ediyordu kaldığı yerden. Şarkı söyleyerek iyileşmeyi öğreneli çok olmuştu. O ne kadar iyileşse de, kaderim dediği adam yakasını bırakmıyordu… 14 Ağustos 1989’da, Kayseri’deki bir konserinin ardından evine gitmek için taksiye binmişti. Yanında annesi de vardı. Şehirlerarası yolda arkadan gelen bir araba direksiyonu kırarak önlerine geçti. Bu, Halis’ten başkası değildi. Konuşmak için Tarsus’ta, bir dinlenme tesisinde durdular. Halis, Bergen’i yine ikna edeceğinden öylesine emindi ki… Şiddetli bir tartışmanın içinde buldular kendilerini. Bergen bu kez dönmemekte kararlıydı. Kararını sözüne de yansıtarak ‘Sana dönmeyeceğim!’ dedi. Bu, Bergen’in dudaklarından dökülen son sesti. Halis cebinden çıkardığı bir silahla, Bergen’i sabaha karşı, şehirlerarası bir dinlenme tesisinde, çok sevdiği o adam tarafından, sırtından tam 6 kez ateş edilerek öldürüldü. Bergen’in ağzına dolan kan, ağır ağır boynuna doğru akıyordu. Tüm mola yeri sessiz çığlıklar atıyor da, kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. Bergen, daha 30’unu bile doldurmamıştı. O gün oracıkta belki de başlatmanın bir yolunu hiç bulamadığı hayatına, kaderine ahlar vahlar edile edile veda etti. Üstelik o ahlar, yine Bergen’e aitti… Onu artık hiçbir şey geri getiremezdi elbet. Ama en azından Halis cezasını çekmeliydi. 15 yıl hapsi istendi. Ancak iyi hal indirimi ile sadece 7 ay hapis yattı. Cezasının bitimi ise, akrabaları tarafından cezaevi önünde kurban kesilerek kutlandı. Bergen’in cenazesine ise, müzik camiasından kimse katılmadı. Bir avuç insan Tarsus’ta, onu son yolculuğuna uğurladı. Mezarlığı ise ya rahat verilmezse korkusuyla demir parmaklıklı yapılmıştı. Belli ki korku, öldükten sonra da bitmiyordu… Hastalıklı bir aşkın peşinden gitse de zorlu geçen bütün anların ardından dimdik durmayı bilen, ne olursa olsun hayata küsmeyen, kısacık yaşamına kocaman bir müzik tutkusu sığdıran bir Bergen geçti bu dünyadan…