Lavinya Dergisi
AİDİYETİN PORTRESİSpiros Usta uzun yıllar bu antika dükkanında tarihin izlerini başka yaşamlara aktarmaya adamıştı kendini. Tarihin geleceğe hizmet eden bir elçisiydi adeta. Spiros Usta, Rum kökenli bir aileden gelmekteydi ve İstanbul’un yaşayan tarihiydi. Balat esnafı ona “zaman yontucusu” lakabını vermişti. Sanki tüm zamanlara aitti. Antika dükkanına gelenler ona hayran kalır, hem de çok severdi. Yaşlısı, genci sohbetinden çok keyif alır, anlatımlarıyla zaman yolculuğuna çıkardı. Onun ününü duyanlar bazen sırf antika eşya alma bahanesiyle gelir onunla sohbet etme fırsatı bulurlardı. Tarihe hem tanıktı hem de zaman yolcusuydu, anlatıcısıydı Spiros Usta. Engin bilgisi ve tanıklığı derin bir tarih bilgisi yaratmıştı onda. Çok okurdu, tozlu kitaplar her daim onun için tarihin kapılarını aralamıştı. Hafızası bir fil kadar sağlam, gözleri iyi görürdü. Kitap okurken mutluluktan yemyeşil çakır gözleri, kahverengi gözlüğünün ardından ışıl ışıl parlardı.
Öğleden sonraya doğru, gökyüzü renk değiştirirken, evinden antika dükkanına doğru çıktı. Yılların ağırlığına rağmen Spiros Usta’nın zihni Alzheimer’ın sinsi etkilerine direniyordu. Ancak o gün Balat’ın rengarenk sokaklarında saatlerce dolaşmıştı. Yokuş aşağı indi hızlı hızlı, sonra dar sokaklara girdi oradan kiliseyi ziyaret etti. Kilisede gözleri papaz Stavros’u aradı. Çocukluk, gençlik arkadaşı, kavuşamadığı Eleni’nin yaşadığı yıkık dökük ahşap konağa gitti. Kapıyı çaldı çaldı …
Ama, açan olmadı.
-Spiros Usta! Spiros Usta! Nereye gidiyorsun? Dükkânı açmıyor musun bugün?
“Dükkân” kelimesiyle sarsıldı. Beyninden vurulmuşa döndü. Saatlerdir ne yapıyordu, Eleni’nin evine niye gitmişti, Stavros artık kilisede değildi, antika dükkanı saatlerdir kapalıydı. Kim bilir kaç kişi gelmişti ve antika dükkânı kapalıydı. Kendisine seslenen esnaf arkadaşına kafasını sallayıp, panikle gözlerini kaçırdı, cebinden babasından kalma anahtarlığını bulup çıkardı, o panikle anahtarlar şangur şungur yere düştü ve hemen yerden aldığı anahtarlar ile dükkânı açtı ve içeri girdi. Bir bardak su doldurdu kendine, eskimiş masasına oturdu ve derince bir nefes aldı, suyunu yudumladı. Bugün sanki eskiye dair, ait olduğu ne varsa zihninde bir zaman yolcuğuna çıkmıştı. Hemen çekmecedeki tozlu fotoğraf albümünü çıkardı. Üzerindeki tozu elleriyle silkeledi. Stavros ve Eleni ile olan fotoğrafı buldu.
“Sene 1947, Balat Hatırası / zamansız dostluğumuza”
Stavros’un geçen ayki ani ölümü geldi aklına, gözleri doldu. Eleni’nin Atina’ya zorla gönderildiği o gün geçti zihninden ve üç yıl önce gelen ölüm haberi. Antika dükkânı geçmişi ilk defa bu kadar sert vurmuştu yüzüne. Yüzü düştü, diğer fotoğraflara baktı. Çocukluğunu, gençliğini hatırladı. Balat sokaklarında geçirdiği o mutlu günleri, anıları hatırladı. Herkes gitmişti; ya ölümle sonsuz bir yolculuğa çıkmıştı ya da zamanın anlamsız politikaları nedeniyle. Ancak o hep kendini bu sokaklara, çocukluğunun geçtiği bu dükkâna, Balat’a ait hissetmişti. Türk, Rum kim varsa hepsi onun aidiyetiydi, ailesiydi. Bir gün zihni her şeyi zaman karşısında yok edecekti ama o bu sokakta, büyüdüğü evde ölecekti ve bu aidiyetin içine gömülecekti.
Bu olayın ardından altı ay geçmişti. Antika dükkanını esnaf arkadaşları açıyor, onun aidiyetini, geçmişini canlı tutmaya çalışıyorlardı. Bu zaman içerisinde geçmişi, zihninden yavaşça kayboluyordu. Her gün, geçmişini hatırlamaya çalışarak fotoğrafları karıştırıyordu. Zihninde bir sürü anı vardı. Ancak tüm bu anılar, Alzheimer’ın yavaş yavaş hafızasını silmesiyle birer birer yok oluyordu, zamanın içinde kayboluyordu. Zihni ona oyunlar oynadıkça direniyordu. Spiros Usta, bir gün özellikle değerli olduğunu düşündüğü bir fotoğrafı bulmaya karar verdi ve aramaya başladı. Evdeki tüm eşyaları dağıttı, koltukların altına baktı, vitrinlerin çekmecelerini çıkardı, masa örtüsünün altına baktı. Yoktu o fotoğraf neredeydi, tam da ihtiyacı olduğu anda neredeydi? Zihni iyice onu zorlamaya başlamıştı ve o fotoğrafın ona geçmişi hatırlama gücü vereceğine inanıyordu. O eski fotoğraf en iyi arkadaşı Stavros ve sevdiği kadın Eleni’yle çekilmişti, gençlik yıllarının en güzel günleriydi. Bu fotoğrafın anlamında saklı olan anıları bulabileceğine olan inancıyla evin üst katına, çalışma odasına çıkmaya karar verdi. Merdivenlerden çıkarken duvarda asılı siyah beyaz aile fotoğraflarına gözü takıldı. Zihni geçmiş ve şimdi arasında gidip gelirken, evdeki eşyaların, duvarda asılı çerçevelerin, fotoğrafların zamanın dokusunu taşıdığını ve ait olduğu yerde bulunduğunu hissetti. Duvarda asılı olan her bir fotoğraf birer zaman kapısı gibi açılıyordu ve Spiros Usta’yı geçmişinin içine doğru çekiyordu. Anılar bir yandan parçalanıyor, bir yandan zihnini bırakmıyordu ve ardından bir anda kayboluyordu. Son basamağa geldiğinde duvarda asılı fotoğraf çerçevesinin köşesine iliştirilmiş o fotoğrafı gördü. Sevinç ve hüznün karışımı güçlü bir duyguyla gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Hemen fotoğrafı oradan çıkardı ve eline aldı.
-Sevgili Dostum Stavros, Benim Güzel Sevgilim Eleni! Sene 1947, Balat Hatırası / zamansız dostluğumuza!