Lavinya Dergisi

KAHKAHALARDAN DOĞAN KOLEKTİF ÇILGINLIK
Cennet GİRGİN

"Her insan, içinde sakladığı hikâyelerle yeniden doğar; zihin, çözülen her sırda bir karakter daha yaratır."

Bir kadın, hiçbir fiziksel yaralanma belirtisi göstermediği halde kolunu hareket ettiremiyor. Genç bir adam, bir anda dünyası kararmış gibi hissettiğini, nefes almakta zorlandığını söylüyor. Küçük bir kasabada insanlar, bilinmeyen bir nedenle birer birer aynı rahatsız edici rüyaları görmeye başlıyor. Bu olayların ortak noktası nedir? Her biri, görünürde bir açıklaması olmayan duygusal bir yükün dışa vurumudur.


İnsan zihni, çözümleyemediği duygusal çatışmalarla karşılaştığında bazen fiziksel bir dil kullanır. Bir çocuk, annesinin ilgisizliğini hastalanarak anlatır; bir yetişkin, yıllarca bastırdığı korkularını ani bir krizle ifade eder. Duygular bedenin diline dönüşür ve bu dönüşüm bazen anlaşılması zor bir hale gelir. İşte tam da burada karşımıza çıkan bu karmaşık duruma, histeri denir.


Histeri, sadece bireyin yaşadığı bir ruhsal dalgalanma değildir; aynı zamanda çevresiyle, toplumuyla ve kültürüyle kurduğu ilişkilerin de bir yansımasıdır. Örneğin, 19. yüzyılda Paris'teki bir klinikte kadınların yaşadığı "histerik nöbetler", hem dönemin toplumsal baskılarına hem de kadınların içinde sıkışıp kaldığı sınırlara işaret ediyordu. Bu nöbetler insanı boğan toplumsal normların sessiz bir isyanı olarak görülürken, modern dünyada sosyal medya aracılığıyla yayılan panikler ya da yanlış bilgiler, histerinin dijital çağdaki versiyonu olabilir. Bu, yalnızca bireylerin değil, toplumların da psikolojik bir kırılganlık taşıdığını gösterir. Bireysel düzeyde, histeri çoğunlukla ani ve dramatik belirtilerle kendini gösterir. Hareket kaybı, konuşamama, görme kaybı veya diğer fiziksel belirtiler, bireyin zihinsel çatışmalarını beden diliyle ifade etme çabasını yansıtır. Ancak bu belirtiler, bir hastalık numarası ya da sahtekârlık değil, kişinin yaşadığı duygusal bir çalkantının dışavurumudur.


Geçmişte histeri, özellikle kadınlarla ilişkilendirilmiş ve yanlış anlaşılmıştır. Bir zamanlar "histerik" yaftası, kadınların duygularını küçümsemenin bir yolu olarak kullanılıyordu. Ancak bu damgalama, ne histerinin karmaşıklığını ne de onun ardında yatan insani hikâyeleri anlamaya yetti. Bugün, histeriyi açıklamak için "somatizasyon bozukluğu" ve "dissosiyatif bozukluklar" gibi terimler kullanılsa da, bu olgu hâlâ insan ruhunun ve bedeninin nasıl iç içe geçtiğini anlamak için güçlü bir araçtır.


Bilinmeli ki histeri, insanın duygusal çatışmalarını anlamak ve ifade etmek için başvurduğu bir yolculuktur. Zihnin bu sessiz fırtınası, bizlere sadece bireylerin değil, toplumların da karmaşıklığını ve kırılganlığını gösterir. Her insanın ruhunda kopan fırtınalar, aslında ortak bir hikâyenin parçalarıdır.