Lavinya Dergisi

ÖZÜR DİLERİM
Öykü KUCUR

Çiçeklerin açtığı yerde umutlar; kitapların olduğu yerde yarınlar yatar.

Üniversite üçüncü sınıftaydım. Mimarlık bölümü öğrencisiydim. Yine hayatımın sıradan bir gününde yaptığım gibi erkenden kalkıp okula gitmek için hazırlandım. Eşyalarımı yüklendiğim gibi okulun yolunu tuttum. Kulaklıklarımı taktığı için hayattan kendimi soyutlamıştım resmen. O sırada gerçekten filmlerdeki gibi bir çarpışma sahnesine maruz kaldım. Zorluklarla okula getirdiğim ve bugün teslim etmem gereken projem yerle bir olmuştu. Sinirle kafamı kaldırdım ve: “Önüne baksana arkadaşım. Proje ödevim mahvoldu. Ben şimdi ne yapacağım?” Diye ağlamaya başladım. Çocuk karşımda iki büklüm oldu ve defalarca özür diledi. “Ödevi ne zaman teslim etmen gerekiyor?” diye sordu. Bu gece saat 23.59’da teslim etmem gerekiyor. Yani gerekiyordu. Bunu benim yetiştirmem bu saatten sonra imkânsız.” dedim ve ağlamaya devam ettim. “O zaman ben mahvettiğim bu ödevini yetiştirmek için elimden geleni yapacağım. İlk önce sen hemen malzeme listesini çıkar ben onları alayım sonra da senin talimatlarına göre ilerleyelim.” dedi. “Bunu yapmana gerek yok. Ama yine de teşekkür ederim.” dedim. “Ben geçen sene mezun olmuş bu sene yüksek lisans yapan bir öğrenciyim. O yüzden sana sandığından daha çok yardım edebilirim. Dediğim gibi sen yol göster sadece.” Dedi. Başka bir seçeneğim olmadığı için onun bu teklifini kabul etmek zorunda kaldım. Beraber ilk önce proje için gereken malzemeleri aldık. Ardından sessiz sakin bir kafeye geçtik. Ben daha önceden çizimimi yaptığım için o çizim üzerinden gitmeye başladık. Projeyi yarıladıktan sonra biz baya sohbet etmeye başladık. Ondan o an çok etkilenmiştim. Hatta ondan onu gördüğüm ilk andan itibaren ondan çok etkilenmiştim. Biz sohbeti baya ilerletmiştik. Akşam saat onda bitmişti proje. Hemen okula gidip hocama teslim ettim. Ama çok korkmuştum. Eğer yetiştiremeseydim çok üzülürdüm. Ödevi teslim ettikten sonra Hakan’la birlikte yürümeye başladık. Bütün gün ödev yetiştirme telaşıyla yemek yemeyi unuttuğumuz için açlıktan resmen gözümüz dönmüştü. Sahil taraflarında yarım ekmek köfte ekmek gömdük. Yemeklerimiz bitince ayrıldık ve evlerimize doğru yol aldık. Eve gittiğim andan itibaren sürekli gülümseyerek Hakan’ı düşündüm. Onunla geçirdiğim bugün benim için hem çok güzel hem de çok özeldi. O günden sonra biz sürekli Hakan ile konuşmaya devam ettik. Birkaç gün içinde sevgili olduk. İnsanlar bizim aşkımıza özeniyordu resmen. Ben kendimin bile inanamayacağı kadar büyük bir değişim yaşamıştım. Aşktan gözüm kör olmuş gibiydi. Okulumu birincilikle bitirdim. Bunda Hakan’ın çok büyük payı vardı. Bana ilk günden son güne kadar çok destek olmuştu. Mezun olduktan sonra artık çok rahattım. Staj yaptığım yere kendimi attığım için işim de vardı. Hakan ise üniversitede kaldı. Yani öğretim görevlisi olarak. Ben mezun olduktan hemen sonra Hakan bana evlenme teklifi etti. Hayatım boyunca bana çok uzak olan evlilik fikri Hakan sayesinde artık benim için çok yakın bir kavram oldu. Aileme bu teklifi ilettim. Biz kısa süre içerisinde evlendik. Her şey harika gidiyordu. Evliliğimizin iki yılını gezerek geçirdik diyebilirim. Sürekli her fırsatta yeni yerler gördük. Beraber çok güzel vakit geçirdik. İki yılın sonunda çok güzel bir haberle evliliğimizi taçlandırdık. Bir kızımız olacağını öğrendik. Hakan da ben de çok heyecanlanmıştık. Aynı zamanda çok da mutluyduk. Kızımızı beklemeye başladık heyecanla. Onun odasını ilk öğrendiğimiz andan itibaren dekore etmeye başlamıştık. Her şey çok güzel ilerliyordu. Doğuma iki hafta kala bir iki işimiz kalmıştı. Ben çok heyecanlıydım tabii. O gece kızımızın odasının perdelerini asmak istedim. Hakan iki gündür eve çok geç geliyordu. Ve perdeleri takmasını defalarca söylememe rağmen asla takmıyordu. Ben merdivene çıkmadan önce Hakan’ı bir kez aramak istedim. Telefonun üçüncü çalışında açtı: “Efendim?” dedi buz gibi bir sesle. “Ne zaman geleceksin?” diye sordum. “Bunun için mi beni aradın? İşim başımdan aşkın. Ne olur başka bir şey yoksa beni meşgul etme!” dedi ve telefonu yüzüme kapadı. Çok sinirlenmiştim. Zaten bozuk olan sinirlerim iyice bozulmuştu. Hemen merdivene çıkıp perdeleri asmaya çalıştım. Merdivenin tam tepesinde bir sancı girdi. Sonra ben ne olduğunu anlamadan birden suyum geldi. Merdivenden zar zor indim aşağı. Hemen telefonu elime aldım. Hakan’ı aradım. Çaldı, çaldı açmadı. Sonra hemen annemi aradım. Açınca ona hemen haber verdim. Kısa süre içinde babamla geldiler. Beni hastaneye götürdüler. Bu sırada Hakan’a defalarca ulaşmaya çalıştık ama asla ulaşamadık. Hastaneye gelince beni hemen doğuma aldılar. Ben doğumhaneden kızımla çıkmayı umarken kızımı orada bırakıp çıkmak zorunda kaldım. Doktorumun: “Bebeğinizi kaybettik!” cümlesi beynimde yankılanıyordu. Eğer erken gelebilseydim benim kızım yaşıyor olacaktı. Eğer Hakan o aptal telefonunu açsaydı ya da yüzüme kapamasaydı kızım hayatta olacaktı. Adını bile koymuştum ben onun. Damla olacaktı adı. Ama benim kızım adıyla yaşayamadı. Onu bir kere bile koklayamadan kaybettim ben. Eğer Damla’m yaşasaydı bugün tam beş yaşına girecekti. Ama o toprak oldu. Onu her gün daha fazla özlüyorum ve onu benden aldığı için Hakan’dan her gün daha fazla nefret ediyorum. Seni yaşatamadığım için senden özür dilerim…