Lavinya Dergisi
KUSURLARIMIZLA İYİ Kİ VARIZ!Kusurlarımız bizi biz yapan, bizi özel kılan özelliklerimizdir. Japonlar bunu çok önceden yani 15. yüzyılda anlamışlar. Hatta buna yönelik geliştirdikleri sanatları vardır: Kintsugi ve Kintsukuroi. Bu sanatlar, kırılan bir porseleni altın tozuyla birleştirmeye dayanıyor. Kintsugi, altınla birleştirme; Kintsukuroi de altınla onarma demektir. Kırılmayı gizlemektense öne çıkarıyor, dikkati altın tozunun doldurduğu izlere çekiyor. Japonlar, nesnenin kullanımından kaynaklanan yıpranma izlerine değer verirler. Bizler ise hemen elden çıkarmaya bakarız. Bu felsefeye göre bir eşya ya da bir insan hasara uğramış, acı çekmiş ise bundan ders almıştır ve o konuya dair anıya sahiptir. Bu da onları daha tecrübeli, daha değerli ve daha güzel yapar. Hiç kimse, hiçbirimiz mükemmel değiliz. Hepimiz kusurlarımızla var ve böyle mutlu olmalıyız. Ve en temelinde kusurlarımız bizi biz yapan unsurlardır. Ama kusur göreceli bir kavramdır. Örneklendirmem gerekirse; alnı büyük olan bir kadın düşünelim. Kadının alnı, diğer kadınlardan daha büyük olduğu için onu sevmiyor ve kusur olarak görüyor. Ama bir başka kadın, alnının büyük olmamasını bir kusur olarak görüyor. Herkes aynı değildir ve bu özellik de onu o yapan bir özelliktir. Birini seviyorsak, değer veriyorsak bu kusurlarıyla sevmeliyiz. Onu değiştirmeye, düzeltmeye çalışmadan, onu olduğu şekilde sevmeliyiz. “Burun estetiği mi yaptırsan?”, “Kilo ver bence, o tatlıları yemeyi bırak.” gibi sözde öneride bulunan insanlara: “ Benim hayatım, benim kararlarım!” diyebilmeliyiz. İnsanların kendi kafalarında oluşturdukları algılara uymak zorunda değiliz. Satırlarıma çok sevdiğim bir yazarın yine çok sevdiğim bir sözüyle son vermek istiyorum: “Seveceksen öylece sev. Ne kusursuz insan ara ne de insanda kusur.”