Lavinya Dergisi

MADEM SEVMEYECEKTİNİZ
Öykü KUCUR

Çiçeklerin açtığı yerde umutlar; kitapların olduğu yerde yarınlar yatar.

Nehir’le mecburi hizmette tanışmıştık. O da benim gibi ilk defa ailesinden ayrılmıştı. Sarışın, yeşil gözlü ve hayat dolu bir insandı. Ben işini bu kadar aşkla yapan başka bir insan görmedim. Çocuklara olan düşkünlüğünden dolayı çocuk doktoru olmuştu. Metrekareye 5 çocuğun düştüğü; her ailenin 10 çocuğu olduğu bu memlekete atanmış tek çocuk doktoru olarak gecesi gündüzü olmadan çalışmasına rağmen bir gün onu söylenirken duymadım. Ne zaman dışarıda bir yerde buluşsak ya da bunun lafını geçirsek hemen bir telefon gelir: “Bir çocuğun karnı ağrıyormuş, gitmem lazım.” diyerek koşarak hastaneye giderdi. İyileşen çocukların aileleri kadar sevinirdi. Bir gece nöbetimde balkondan düşen 8 yaşında bir kız çocuğu aldık birlikte. Bakmaya kıyamayacağın güzellikteki yüzü yara bere içindeydi. Güzeller güzeli bu melek kızımız için ne gerekiyorsa yaptık. Kemikleri kırılmış ve kırılan kemikler akciğere ciddi oranda hasar vermiş. Bu meleğin belki de tek günahı böyle bir yerde, bu ailenin eline doğmuş olmaktı. Yataklarının yanına korkuluk konup şefkatle yüreklere basılanlar da evlattı; balkonlarda bir başına ölüme bırakılanlar da evlattı. Ve en nihayetinde hepsi bir ailenin çocuğuydu. Boğazımıza bir düğüm oturdu, hiç konuşamadık; saatler süren ameliyat sonrası eve dönerken yoğun bakıma uğradığımda Nehir’i gördüm. Çocuğun yanında, elini tutmuş otururken buldum. Ben de uzanıp onun elini tuttum. O kızarmış, yemyeşil gözleriyle bana baktı: “Ben babasız büyüdüm. Babam, ben çok küçükken bırakıp gitmiş beni. Madem sevmeyecektiniz; neden umut ektiniz içime? Bu çocukları görünce hele de zulüm gören çocukları görünce içim alev alev yanıyor be arkadaşım” dedi. Küçük hastamız Yağmur, yoğun bakım ve servisin neşesi oldu. Tam üç ay bizimle kaldı. Bir gün akşam nöbette baktım Nehir ve Yağmur yine bir aradalar; yanlarına uğradım. Yağmur’un yanından ayrılınca Nehir: “Taburcu olacak ama çok endişeliyim. İyi bir bakım şart. Keşke elimde olsa da onu ben evime götürüp baksam. Üç ay boyunca annesi hep geldi ama babası bir kere bile gelmedi. Yağmur’un dört kız, bir erkek kardeşi varmış. ‘Babam bizi hiç sevip öpmez ki, ayıpmış. Bir tek kardeşim Mehmet’i sever o.’ deyince içim acıdı resmen. Bir şeyler dedim ama insanların bu erkek çocuk saplantısı beni çıldırtıyor.” dedi. Nehir’i taburcu edip annesinin kucağında gönderirken onu aylardır izleyen hemşire, doktor, personel hepimiz el salladık. O küçücük kızın Nehir’e sarılıp ağlamasını görseniz, hepinizin içi giderdi. Nehir, boynundan hiç çıkarmadığı kelebekli kolyesini çıkarıp Yağmur’a taktı. Nehir sanki çocuğundan ayrılmıştı. Günlerce hiç konuşmadan sessizce ameliyatını yapıp odasına çekiliyordu. Çok karlı bir gündü, soğuk insanın içine işliyordu adeta. Acilde Nehir’le birlikte nöbetteydik. Soğuktan içimizin titremesini engellemek için birer bardak çay aldık elimize. Tam o sırada ambulansın sireniyle çayımızın son yudumlarını alıp hastayı karşılamaya kapıya yöneldik. Koca sedyenin ortasında minicik bir kız çocuğunu koşturarak müdahale odasına aldılar. “8 yaşında kız çocuğu, yüksekten düşme nedeniyle burada ameliyat olmuş, bir haftadır öksürüğü ve ateşi varmış. Bugün nefes alamayınca bizi aradılar.” dedi ambulanstaki doktor. Bunları işitmekte zorlanıyordum. Yağmur, yani bizim hastanemizin minik meleği bakımsızlıktan tanınmayacak haldeydi. Hemen başına geçip oksijen taktık. Moraran ve ateşten kavrulan dudaklarını aralayarak entübe ettik. Nehir, eli kolu titreyerek Yağmur’un müdahalesi için kıyafetlerini soydu ve boynundaki kolyesini gördü. Zavallı Yağmur kolyesini sıkıca tutmuştu. Nehir o andan sonra asla göz yaşlarını tutamadı. Yağmur, son ana kadar bize getirilmediği için, artık sepsise girmiş, minik kalbi ve akciğerleri iflas etmişti. Aralıksız bir buçuk saattir kalp masajı yapan Nehir’e gittim. “Hiç yanıt yok. Artık bırakman lazım. Elimizden geleni yaptık. Başımız sağ olsun.” dedim. Onu hiç böyle görmemiştim. Gözünün yaşını silip koşarak dışarı çıktı bir taraftan da bağırıyordu: “Siz ana baba mısınız? Bu çocuğu bu hâle gelene kadar nasıl getirmezsiniz? Balkondan düşürende, üstüne bakmayıp şu hâle getiren de sizsiniz. Allah sizi kahretsin.” dedi. Babasının yakasına yapıştı: “Neden bakmadın o çocuğa? O da evladın değil miydi?” diye bağırdı. Sonra bir silah sesi duyduk. Yağmur’un babası, cebinden çıkardığı silahıyla Nehir’i gözlerimizin önünde kalbinden vurdu. Sonra ne mi oldu? Televizyonda o akşam bazı kanallarda “Bir doktor cinayeti daha” diye haber oldu. Ama ismi bile geçmedi. İnsanlar: “Ama o da babasına saldırmış” diye yazdı. “Hak etmiş” dedi. Babası hâkime: “Kadın başıyla herkesin ortasında yakama yapışıp hesap sorup erkeklik onurumu kırdı. Ben de vurdum.” dedi. O gece ben acilde iki melek bıraktım. Hayatları ve yaşama hakları ellerinden alınan, adı bile olmayan iki melek. O gece ben acilde insanlığa olan inancımı bıraktım. “Yavrumu yanımdan ayırmayacağım” diyen Nehir’i yavrusuyla yan yana toprağa gömdüm. Ben o gece yağan karın altında saatlerce oturdum ama hiç üşümedim.