Lavinya Dergisi
HAYATKimine göre hiç bitmek bilmeyen, kimine göre göz açıp kapatıncaya kadar geçen o yolun henüz başındayım. 2000’li yıllar. Güzel bir ailenin ilk çocuğu oldum. Çok şanslıydım. Parkta oynayarak büyüyen belki de son çocuktum. Sokakta oynamak, kirlenmek, acıkınca balkondan salçalı ekmek yemek… Bu güzellikleri yaşadığım için çok şanslıydım. Yaşım biraz ilerleyince okula gitmem gerektiğini söylediler. Zorunluluklarla ve sorumluluklarla tanıştım. Oyunlarımıza bombalar düşerken, çok da farkında olmadan kendimi korumayı öğrendim. Parkta kumdan kaleler yaparken küçücük mutlulukların paha biçilmez olduğunu deneyimledim. O kaleler yıkılınca hayal kırıklığının ne demek olduğunu öğrendim. Çocukluk ve ilk gençlik yılları, kendin olmanın prova zamanı gibi ama asla azımsanmayacak kırılma noktalarının tohumlarının ekildiği eşsiz zamanlardı. Hayat, koşullar ve ödevlerle bizi her gün en baştan sınarken, anlamlı ve mutlu bir hayat yaşamak için çaba sarf etmek bize düşen kısım. Yenilgiye uğradığımız zamanlarda isyan etsek de, rüzgarı tekrar arkamızda hissettiğimizde kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ömür dediğimiz şey, yolculuklarımızda beraberimizde taşıdığımız küçük bir bavuldan ibaret bence. Elimdeki bavulla yıllardır ilerliyorum. O küçük bavulun içine ne kadar çok şeyi sığdırabildiğime hayret ediyorum. Beni ben yapan yaşanmışlıklar, pişman olduğum acılar, cesur adımlar, bitti dediğim yerde yeniden başlamak. Bazen ağır geliyordu bavul. Yorulduğum zamanlar oldu, ileriye gitmek istemediğim ve gücümün tükendiğini düşündüğüm zamanlar. Ama kendime hep: “Yolum çok uzun ve ben başındayım. Bu yüzden yavaş yavaş ama en sona kadar ilerlemeliyim.” Diyorum. Durmayı, nefes almayı ve kendi sessizliğimden güçlenerek çıkmayı öğrenmem de zaman aldı. Ben yürümeyi öğrendikçe ve yola sabretmeye öğrendikçe yol da güzelleşiyor. Yürüdükçe güçleniyorum. Sonra geriye dönüp baktığımda; bana ağır gelen o bavulun aslında en büyük hazinem olduğunu anladım.