Lavinya Dergisi

CHARLİE CHAPLİN KİMDİR?
Tolga TÜRKMEN

Herkesin konuştuğu toplumda şairler neden sussun?

Siyah beyaz bir palyaço suretinde yüzümüzü güldüren, Melon şapkalı Şarlo'ya can veren Charlie Chaplin'in hayat hikayesidir. Bir zamanlar Amerika'da istenmezken, yıllar sonra Oscar ile ödüllendirilip ayakta alkışlanan adam, Charlie Chaplin. Can verdiği Şarlo karakteriyle hepimizin kalbinde altın varaklı bir tahta sahip olan Charlie, ailesinden yana yüzü gülmeyen sanatçılardan. Hayatın gerçekleriyle çok erken yaşta tanışan Charlie, bütün yaşadıklarının üstünden ezerek geçmiş ve kendisine birçok kimlik yaratmıştır. İşte karşınızda, oyuncu, yazar, yönetmen, komedyen, kurgucu, besteci Charlie Chaplin. 16 Nisan 1889'da Londra'da doğduğunda ailesinin ona verdiği isim, Charlie Spencer Chaplin'di. Başkentin alt tabakalarındaki East Lane, Wolwart'da sefalet ve yoksulluğun ortasına doğmuştu ve burada büyüyecekti. Üstelik ciğerlerini oksijenle yaktıktan sonra tek acısı bu olmayacaktı. Charlie'yi zor bir hayat bekliyordu. Charlie, annesi Hannah Harriet Pedlingham Hill ve babası Charles Chaplin'in ilk ve tek çocuklarıydı. Anne ve babası müzikhollerde ve tiyatrolarda çalışan profesyonel sanatçılardı. Ancak bu sanatçı çiftin evlilikleri çok uzun süremedi. Ayrıldıklarında Charlie henüz çok küçüktü. Bu ayrılıktan sonra Charlie, annesi ve üvey abisi Sydney ile Londra'nın nefesi kokan semtlerinde büyüdü. O bir çocuktu ve o zaman her şeyi ayırt edemiyordu. Onun için hayat öğrenmek ve oyundan ibaretti. Sahne adı Lily Harley olan annesiyle birlikte ilk kez sahnede dans edip şarkı söylediğinde henüz 5 yaşındaydı ve hayatın eğlenceli yanını o gün bulmuştu. Charlie eğlenmeye yeni başlamıştı ki o dönemlerde annesi sesini kaybetti. Aile için artık zor dönemler başlamıştı. Maddi durumları artık fakirliğin de alt seviyelerine kadar düşüyordu. Lily'nin psikolojisi bu duruma daha fazla dayanamadı ve onu bir kliniğe yatırdılar. Charlie'nin hayatının zorlukları işte asıl şimdi başlıyordu. Annesinin kliniğe yatırılmasından sonra Charlie babasının yanına gönderilmişti. Ancak bir sorun vardı. Babası Charles, hiçbir zaman onunla ilgilenmedi. Sürekli alkol tüketiyor, metresiyle yaşıyor ve babalığın sorumluluğundan çok uzakta kalıyordu. Bu hal ve gidişat haliyle çok uzun sürmedi ve Charles, 1901'de alkol komasına girerek hayatını kaybetti. Belki babalık yapmıyordu ama varlığı olan bir insandı nihayetinde ama Charles'in ölümü ile Charlie ve Sydney bakımevlerinde ve nihayetinde sokaklarda yaşamaya başladı. Zorlu hayat kaşulları sebebiyle Charlie ve Sydney sadece bir dönem okula gidebildi. Hatta bir süre ayrı bakımevlerinde kaldılar, ki bu süreç Charlie'nin hayatında derin yaralar bırakmış anılarla doludur. Okula gidemeyen Charlie ve Sydney de anne ve babasının izinden giderek tiyatro ve müzikhollerde çalışmaya başladılar. Çünkü açlık tüm gerçekliğiyle onların hayatında kol geziyordu. Charlie ilk sahne deneyimini yaşadığında 9 yaşında bir çocuktu. “The Eight Lancashire Lads” dans topluluğuyla sahnedeydi. 14 yaşına geldiğinde de “Jim: A Romance of Cockayne” isimli oyunda rol almıştı ancak başarılı olmadı ve gösterimi sadece 2 hafta sürdü. Charlie aynı yıl Sherlock Holmes adlı topluluğa katıldı ve kumpanyayla turnelere çıkmaya başladı. Charlie birkaç yıl turnelere çıktıktan sonra, abisinin ünlü gezici kumpanya Fred Karno'ya katıldığını duydu. Ani bir kararla onun yanına gitti. Belki farkında değildi ama bir ailenin özlemini çekiyordu ve kan bağı olan tek kişi de Sydney'di. Abisinin yanına gitme kararı hayatının dönüm noktası olacaktı. Çünkü bu kumpanya ile Amerika'da yaptığı turneler sırasında Amerikalı ünlü yönetmen Mack Sennett tarafından fark edildi ve 1913'te Keystone Stüdyoları ile anlaşma yaptı. 1914'te Henry Lehrman yönetmenliğinde ''Making a Living'' adlı tek makaralık filmle sinemaya ilk adımını attı. Mack Sennett sık sık doğaçlama yapan Charlie'nin yeteneğine artık tam anlamıyla ikna olmuştu. Charlie kamera önünde göz dolduruyordu. Charlie, Keystone ile çalıştığı bir sene içinde oynadığı 35 filmle şöhret basamaklarını hızla tırmandı. Charlie ne kadar çok filmde oynamış olsa da en özeli "Kid Auto Races at Venice" olmuştur. Çünkü Charlie 11 dakikalık bu kısa filmde melon şapkasını takmış, bastonunu eline almış, dar ceketi, bol pantolonu ve büyük ayakkabılarıyla gerçekleştirdiği penguen yürüyüşüyle ilk kez Şarlo (Chorlat) olarak görünmüştü. Bundan sonra da artık bu karakterle anılmaya başladı. 2 sene sonra Mutual Film Corporation şirketi ile bir seri komedi için anlaştı ve bir buçuk sene içinde 12 film çekti. Charlie 1918'de kendi film şirketini kurdu ve birçok başarılı yapıma imza attı. Sessiz filmler çekme konusunda hep ısrarcı oldu. Çünkü hep savunduğu gibi, konuşsaydı onu yalnızca İngilizce bilenler anlayacaktı. Oysa dünya Amerika'dan ibaret değildi. Filmlerde politik görüşünü belli etmekten geri durmadı ve Amerika'nın tepkisiyle karşılaştı. Artık Amerika'nın istemediği adam ilan edilmişti. Evlilikleri ve vergi borçlarıyla karalanmaya çalışılan Charlie, tüm bunlara katlanmak istemedi ve 1952'de ülkesini terk edip İsviçre'ye yerleşti. Charlie Amerika'dan kovulur gibi ayrılmıştı. Hiçbir şey onu durdurmadı, durduramazdı da. Charlie nereden geldiğini, ne şartlarda yaşadığını çok iyi biliyordu. Film çekmeye ve siyasi görüşünü filmlerinde göstermeye devam etti. Kovulur gibi ayrıldığı Amerika'ya 1972'de Oscar almak için geri döndü. Amerika bir zamanlar yok saydığı adamı şimdi ayakta alkışlıyordu. Charlie, dördüncü ve son evliliğini 17 yaşındaki Oona Neill ile yaptı. Oona, Charlie'ye 8 çocuk verdi. Bu evliliği sırasında yaşadığı babalık davası, onu oldukça yormuştu. Charlie, özel hayatıyla ilgili her zaman eleştirildi ve bu konuda sevilmedi. Elbette bu sevilesi bir konu değildi. Ancak insanın davranışları, muhakkak ki hayatta yaşadıklarının ve eksikliklerinin yansımasıydı. Ayrıca bunca eleştirinin aslında Charlie'nin mükemmel bir baba olduğu gerçeği de gün yüzündeydi. Geraldine, Charlie'in ilk çocuğuydu ve babası gibi oyuncu olmayı seçmişti. Hatta Charlie'nin Sahne Işıkları filminde oynadı. Her zaman iyi bir baba olarak tanınan Charlie, 21 yaşında yeni ünlenmeye başlayan kızına 1965'te bir mektup yazdı. Mektubunda bir babanın salt sevgisi ve kızına tavsiyeleri vardı. Charlie her zaman yazmanın değerini bilen bir adamdı ve 70. yaş gününde kendine hediye ettiği şiirin bir kısmı şöyleydi: "Kendimi gerçekten sevmeye başladığımda anladım ki; Duygusal acılar ve keder bir uyarıydı bana, Kendi gerçeğime karşı yaşadığımı anımsatan. Biliyorum, bugün buna 'Özgün olmak' diyorlar..." Charlie, yaşadığı hayatı belki de bu şiirle özetlemişti. O kesinlikle farkındalığı yüksek bir insandı. Neyin az, neyin fazla olduğunu kafasında çözümlemiş ve yeri geldikçe ceplerinden çıkarıp insanlarla paylaşıyordu. Mesela, Charlie'ye göre Einstein anlaşılmadığı için, kendisi ise anlaşıldığı için alkışlanmıştı. Basit gibi duran bu düşünce Charlie'nin o güzel beyninden kopup gelmiş ve belli ki üzerine fazlaca düşünülmüştür. Charlie gözünü açtığı sefil hayat karşısında güçlü durdu ve sesini soluğunu kesip filmlerini çekti. Özellikle Şarlo olarak gönlümüzde yer eden Charlie'nin filmleri şöyleydi: Making A Living (Yaşıyor Gibi Yapmak) (1914) Kid Auto Races at Venice (Venedik’te Çocuk Otomobil Yarışları) (1914) The Immigrant (Göçmen) (1917) The Kid (Yumurcak) (1921) The Gold Rush (Altına Hücum) (1925) City Lights (Şehir Işıkları) (1931) Modern Times (Modern Zamanlar) (1936) The Great Dictator (Büyük Diktatör) (1940) Monsieur Verdoux (Mösyö Verdoux) (1947) A King in New York (New York’ta Bir Kral) (1967) A Countess From Hong Kong (Hong Kong’lu Hostes) (1967) Charlie İsviçre'ye yerleştikten 5 sene sonra 25 Aralık 1977'de uykusundayken hayata veda etti. Çocukluğunu, anne - baba sözcüğünün karşılığını kalbinden alan hayat, ondan belki de başarılı yetişkinlik ve huzurlu bir son ile özür dilemişti. Çünkü, eğer şimdi bir yerlerde bir şeyleri görüyorsa Şarlo, eminim ki birçok şeyi daha net anlıyordur. O bize mükemmel bir örnek, çocuklarına da mükemmel bir baba olarak dünyadaki görevini tamamlayıp gitti. Evet, belki zamanımız dolduğunda hepimiz gidiyoruz ama ne bileyim her seferinde n'olur Tanrım bir beş dakikacık daha demek geçiyor içinden insanın. En azından bana öyle oluyor. Ben ütopyamın farkındayım, amma velakin, şimdi yine bir göz kırpmasında güldürseydi bizi Şarlo acıklı acıklı. Onun o ayakkabı bağcıklarını makarna diye yediği sahneye acı acı tebessüm etseydik mesela... Biliyorum bu dünyada mümkün değil. Ama herkesin kendi göz kapağının ardındaki dünyada belki, neden olmasın?