Lavinya Dergisi

KIYMET
Sıla Nisa ÜNAL

En derin arzumuzdur aslında yalnızlık.

İnsan bazen bazı şeylerin kıymetini bilmez. Bu kıymetini bilmediğimiz şey çok küçük veya büyük bir şey de olabilir. Bu insanın kendi hayatında değer verdiği olaylara, insanlara veya varlıklara bakış açısına bağlıdır. Bazı insanlar için gülümsemek bile çok değerliyken bazı insanlar için pahalı arabalar, evler değerli olabilir. Bazıları için annesinin babasının sevgisi değerliyken bazıları için de akademik başarı değerli olabilir. Her ne olursa olsun insan için değerli olan her şey bazen kolay kazanılır kolay kaybedilir. Bazen çok zor kazanılır ama kolay kaybedilir. Bu olay küçüklüğümüzden beri var olan bir olaydır. Küçükken çok sevdiğimiz bir oyuncağımız kırıldığı zaman üzülürüz, ağlarız, büyük tepkiler veririz. Annemizden tekrar almasını isteriz. Büyüdüğümüzde de bir kolyeyi bir yüzüğü beğendiğimiz zaman o kaybolduğunda çok üzülürüz. Tabii ki verdiğimiz tepkiler büyümemize oranla farklılık gösterebilir fakat sonuç olarak her zaman değer verdiğimiz şey kaybettiğimizde ya da onun başına bir zarar geldiğinde içimizde bir burukluk meydana gelir Çocukken o kırdığımız oyuncağın yerine yenisini alabiliriz. Bu basit bir örnektir. Ya da bu değer verdiğimiz şey maddi değeri olan bir şeyse bazen zor olsa bile her şekilde yerini doldurabiliriz. Fakat bu değer verdiğimiz, kıymetini bilemediğimiz şey eğer manevi değeri yüksek olan bir şeyse işte o zaman onun yerine doldurmak o kadar da kolay olmayabilir. Hani büyüklerimiz bize elimizdekilerin kıymetini bilin şükretmeyi bilin derler ya biz bunları her zaman bir öğüt olarak algılarız ve bazı öğütler bize saçma sıkıcı ya da klasikleşmiş bir şey olarak geldiği için biz onları uygulamakta biraz daha zorlanır, biraz daha önemsiz hissederiz. Fakat başımıza geldiği zaman kıymetini bilemediğimiz bir şey olduğunda onların ne demek istediğini daha iyi anlarız. Mesela annesini kaybetmeyen bir insan annesinin kıymetini, annesinin ona bakışını, annesinin her zaman yanında oluşunu, evde annesini görmenin bile kıymetini bilemez. Bacaklarını kaybetmemiş biri koşmanın, yürümenin, istediği zaman istediği yere gidebilmenin kıymetini bilemez. Hiç yokluk görmemiş bir insan açlığı, bir şeyi çok isteyip alamamayı, çocukları aç kalmasın diye kendi aç kalan bir anneyi anlayamadıkları için elindekilerinden kıymetini asla bilemez. Lafa geldiği zaman hepimiz bunu savunuruz. Elimizdekinin kıymetini bilmeliyiz, şükretmeliyiz diye fakat hangi birimiz gerçekten elimizdekileri kıymetini tamamıyla bilebiliriz ki? En ufak şeyin daha iyi kıymetini bilemeyiz çünkü elimizdeki en değerli şey sağlığımız olduğu halde biz insanoğlu olarak sağlığımızın bile kıymetini bilmiyoruz. Ona kötü şeyler yapıyoruz, zarar veriyoruz. Vücudumuza, zihnimize, kendimize oldukça büyük zararlar veriyoruz. Sürekli bir şeylerden şikayetçi oluyoruz. Neden benim başıma geliyor? Her şey benim başıma gelmek zorunda mı? Herkesin hayatı mükemmel benimki neden değil? Gibi saçma sapan ve asla hiçbir zaman cevabını alamayacağımız sorularla zihnimizi meşgul ederken aynı zamanda nankörlük de ediyoruz. Çünkü kafamızı kaldırıp gökyüzüne bakmıyoruz. Mesela içtiğimiz suyun kıymetini bilmiyoruz. Kuş sesi duyuyoruz her gün fakat hiç durup dinlemiyoruz. Annemiz babamız sağ ise eğer onlara sarılmıyoruz. Onlara onları sevdiğimizi söylemiyoruz. Vücudumuz sağlıklıysa onun sağlığını korumak için uğraşmıyor aksine ona zararlar veriyoruz. Hem en basit şey olan nefes aldığımızda dahi bunun kıymetinin farkına varamıyoruz. Her ne kadar gözlerimiz olsa da biz göremiyoruz. Ve tabii ki de doğanın kanunu gereği bir şeylerin kıymetini kaybettiğimiz zaman anlıyoruz. Fakat iş işten geçtikten sonra anlamanın da hiçbir değeri kalmıyor. Ardından da sadece kendimizi avutabiliyor veya sadece kendimizi kandırabiliyoruz.